“Evet. Güvenlik Muhafızları’ndan birilerini de görevlen-direyim mi?”
“Hayır. Böyle bir şey aptalca olur.
“Onu izlettirecek miyiz?”
“Tamam, ama nazik ol. Hayır, hayır, boşver. Onu korkutma. En önemli nokta şu: Enstitüyü terk etmek istememeli.
Massaraksh, tam da zamanında gitmem gerekti! Şimdilik hepsi bu mu?”
“Son bir soru daha. Bağışla beni, Strannik.”
“Evet?”
“O gerçekte kim? Neden onunla bu kadar ilgileniyorsun?”
Strannik ayağa kalkarak pencerenin yanına gitti ve arkasını dönmeden: “Ondan korkuyorum, Fank. O çok, çok tehlikeli bir adam” dedi.
Bölüğün treni, Khonti sınırına iki yüz mil uzaklıkta olan kirli, soluk renkli istasyonun bitişiğindeki yan hatta durdurulduğunda, İkinci sınıf Er Zef, kaynar su tankının yanına koşup elinde taşınabilir bir radyoyla geri döndü.
Arkadaşlarına istasyonda bir yaygara koptuğunu, o sırada iki tugayın bir yere sevk edildiğini ve generallerin birbirine bağırdığını anlattı. Bu yaygarada Zef, nöbetçi ve emir subayları arasına karışıp bir radyo araklamayı becermişti.
Bir tren dolusu asker Zef’in anlattıklarını sevinç çığlıklarıyla destekledi. Kırk tanesi birden hiç vakit kaybetmeden Zef’in etrafına toplanmıştı bile. Uzun bir süre oturamadılar; çünkü birbirlerini ite kaka küfrediyor, sürekli şikayet ediyorlardı.
Sonunda Maxim dayanamayıp bağırdı.
“Kapayın çenenizi, piç herifler!” Askerler susunca Zef radyoyu açtı ve bir istasyondan diğer istasyona atlamaya başladı.
Birkaç dakika içinde çok garip şeyler duymaya başladılar.
Çarpışmalar henüz başlamamış, hiç kanlı bir çatışma meydana gelmemişti. Khonti Savaş İttifakı haklı olarak, serseri ve hayduttan farkı olmayan Tüm Güçlü Yaratıcıların kiralık uşakları olan sözde Khonti Adalet Birliği’ni kullanarak tehlikeli bir provokasyon yaptıklarını ve birliklerini, uzun zamandır sabreden Khonti’nin sınırına yığdıklarını haykırıyordu. Khonti Birliği ise Tüm Güçlü Yaratıcıların satılmış ajanları diye tanımladığı Khonti İttifakı’nı kınıyor, tüm ayrıntılarıyla süper güçler birliğinin geçmişteki anlaşmalarla nasıl da yıpranıp küçük bir birlik haline geldiğini açıklıyor, bütün bu olanların içyüzünün hâlâ araştırıldığını belirtiyordu.
Belirtilenler, sözde Tüm Güçlü Yaratıcıların barbarca işgalinin gerekçesi olarak öne sürülüyordu. İşgal her an bekleniyordu.
Hem İttifak hem de Birlik neredeyse aynı ifadelerle, tehlikeli düşmanın işgal kuvvetlerini sınırın ötesinde atom tuzaklarının beklediğini ima ediyordu.
Zef, dilini sadece kendisinin anladığı bazı yabancı radyo kanallarını da dinledi. Onlara Ondol Prensliği’nin halen daha egemen bir ülke olduğunu ve Khazzalg Adası’na saldıracağını anlattı. Birlik komutanları, iki düzensiz demiryolunu birleştiren ana köprübaşını ele geçirmek için çabalıyor, birbirlerine hakaretler yağdırıyorlardı.
Adi mahkûmların asıl hedefi, sınırı geçmekti. Böylece kendi kendilerinin efendileri olacaklardı. Siyasi mahkûmlar ise daha karamsardı: Savaşa, atom mayınlarının ortasına gönderilmişlerdi; çünkü hükümet bu yolla onlardan kurtu-lacaktı. Hiçbiri bu büyük yıkımdan kurtulamayacaktı. Bu yüzden siyasi mahkûmlar, cepheye vardıklarında savaşmak yerine, havaya uçup parçalanana dek bir köşeye sığınmayı düşünüyorlardı. Her asker farklı düşüncelere sahipti. Bu yüzden ortak karar alınması çok uzak bir ihtimaldi. Tüm tartışmalar küfürlerle sonlanıyor, askerler tüm öfkelerini onlara iki gündür yemek servisi yapmayanlara yönlendiriyorlardı.
Askerlere göre bu adi piçler, hem kendilerine yemek vermiyorlar hem de tüm viski paylarını tüketiyorlardı. Ceza taburundaki askerler gecenin geri kalan yarısında, bu konu üzerinde kurgular yapıyor, böylece Mac ve Zef sıkılarak kalabalıktan kopup ranzalarına gidiyorlardı.
Zef acıkmış ve tartışmadan sıkılmıştı. Neredeyse uyumak üzereydi; ama Maxim buna izin vermedi. “Sonra uyursun.
Muhtemelen yarın cephede olacağız ve henüz hiçbir karara varamadık.” Zef homurdanarak karara varacak bir şey olmadığını söyledi. Ona göre bir insanın zihni sabahları daha iyi çalışırdı. Ayrıca Mac’in artık ne tür bir bataklığa saplandıklarını ve bu mankafalı heriflerle hiçbir yere va-ramayacaklarını anlaması gerekiyordu. Maxim, diğerlerini pek de umursamadığını belirtti. Tartışmak istediği savaşın nedeniydi. Kim neden bunu istemişti. Ancak Zefin zihni halen bulanıktı.
Zef homurdanıp esnedi. Botlarını eline alıp üfleyerek kenarlarındaki pislikleri temizledi. Ancak Maxim o kadar dırdır etmiş, Zefi o kadar pohpohlamıştı ki, en sonunda Zef pes etti ve savaşın nedenleriyle ilgili fikirlerini açıklamaya koyuldu.
Olası en az üç neden vardı. İlki ekonomik nedendi. Ne zaman bir ülkenin ekonomisi kötüye gitse, en iyi kaçış yolu ve insanları susturmak için en iyi bahane savaştı. Ekonominin politika üzerine etkisi hakkında çok fazla bilgi sahibi olan Vepr, yıllar önce böyle bir savaşın olacağını öngörmüştü.
İnsanları kuleler konusunda kandırabilirdiniz; ama fakirlik bambaşka bir hikâyeydi. Karnı aç bir insana durumunun iyi olduğunu daha ne kadar söyleyebilirdiniz ki? Aç insanlar eninde sonunda kontrolden çıkacaklardı. Çılgınlarla dolu bir ülkeyi yönetmek oldukça zordur, özellikle de radyasyondan etkilenmeyenler göz önüne alınırsa. Diğer olası nedense koloniler sorunuydu. Yani pazarlar, ucuz köle işgücü, hammadde ve Yaratıcılar’ın tüm şahsi harcamalarını karşılayan kârlar… Son olarak, Ordu ve Resmi Sağlık Departmanı’nın yıllardır birbirlerine düşman olduğu biliniyordu.
Resmi Sağlık Departmanı doymak bilmez bir kuruluştu, ne zaman ordu bir başarı elde etse, generaller departmanın gelirlerini kısardı. Öte yandan savaş kilitlenme durumuna gelirse, departman generallerin gelirlerini kısacaktı. Bu yüzden tüm bu olanların departman tarafından planlanan bir provokasyon olma olasılığı da göz ardı edilmemeliydi. “Şu sıralar çok ciddileşmiş general kaosuna bakarak, durumun bu olduğunu söyleyebiliriz. Bir haftadır avazımız çıktığı kadar bağırıyoruz, ama hâlâ operasyonlar başlamış değil. Belki de hiç başlamayacaklar.”
* * *
Tam da Zef bu sözleri söylediği sırada vagonları birbirine bağlayan tamponlar kenetlendi ve vagon sarsıldı. Dışarıdan bağırtılar ve ıslık sesleri geliyordu, bölük treni ilerlemeye başlamıştı. Adi mahkûmlar “Yine Viski Bulamadık.” şarkısını söylüyordu.
“Tamam” dedi Maxim. “Söylediklerin akla yatkın gibi. Şimdi, eğer savaş başlarsa, sonuçları bizim açımızdan ne olur? Neler olacak?” Zef bağırarak bir general olmadığını söyledi, sonra fikirlerini Mac’e açıklamaya devam etti. “Dünya Savaşı ve İç Savaş arasındaki kısa dönem içinde Khonti’liler kendilerini eski hükümdarlarından güçlü atom mayınları tarlalarıyla ayırdılar.
Dahası, atomik ağır silahları olduğunu kesinlikle biliyoruz.
Politikacıları böyle bir zenginliği İç Savaş’ta harcamayacak kadar ileri görüşlüydü, böylece silahları bizim için sakladılar.
İşgalin resmini şöyle çizebiliriz: Üç ya da dört ceza tugayı tankı saldırının ön safında yer alacak. Hemen arkalarında piyadeler onlara destek verecek. Bir müfreze lejyoner, radyasyon yayıcılarla donatılmış ağır tanklarıyla piyadeleri izleyecek. Benim gibi degenler, radyasyon etkisinden kaçmak için öne atılacak. Yayıcılar tarafından aptala döndürülen piyadeler de çılgın bir coşkuyla kendilerini ateşe atacaklar.
Читать дальше