Koya ulaşıp denize doğru yürümeye başladıklarında, Guy denizaltının uzun gövdesinin ve tüm üstyapısının poasla kaplı olduğunu fark etti. Beyaz boyası kazınmış, silah tekerleri eğri, toplar aşağı denize doğru bakıyordu. İsli köşeli siyah delikler dış kaplamasında kendilerini belli ediyorlardı. Hiçbir şey sağlam kalmamıştı.
“Ne düşünüyorsun, Guy? Bu gerçekten bir beyaz denizaltı mı? Onlardan daha önce görmüş müydün?”
“Sanırım öyle. Hiç kıyı devriyesi görevinde bulunmadım, ama bize bazı fotoğraflar ve mentogramlar göstermişler, denizaltıların neye benzediği hakkında birkaç şey duymuştuk.
‘Sahil Savunması Sistemimizde Tankların Yeri’ adlı bir mentogram bile vardı. Evet, kesinlikle bu bir beyaz denizaltı.
Bir fırtına onu koya sürüklemiş, sığ bir yerde karaya oturmuş olmalı. Sonra da bir devriye onu fark etmiştir. Görüyor musun nasıl delik deşik olmuş? Denizaltından çok bir kalbura benziyor.”
“Şuna bir göz atalım mı?” diye mırıldandı. Maxim denizaltıya dikkatle bakarak.
“Eee.. Sanırım bir göz atabiliriz.”
“Sorun ne? Yanlış bir şey mi var?”
“Şey, Mac, sana bunu nasıl açıklayabilirim bilmiyorum.”
Nasıl yapabilirdi ki? Bir veteran olan Onbaşı Serembesh, Guy’a bir gece karanlık kışlada, yatmadan hemen önce beyaz denizaltılarla ilgili bir hikâye anlatmıştı. Hikâyeye göre denizaltılar sıradan denizciler yerine, ölü denizciler tarafından kullanılıyorlardı. Bu deniz iblisleri okyanus zemininde yol alıp mürettebata katmak üzere boğularak ölmüş denizciler arıyorlardı. Böyle bir hikâyeyi Mac’e nasıl anlatabilirdi ki!
Tabii ki ona gülerdi ve bu olay kesinlikle alay edilecek cinsten değildi. Ya bilinmeyen bir nedenle subaylıktan erliğe düşürülen Er Leptu’nun anlattıklarına ne demeli? Sarhoş olduğu bir gün onlara şöyle demişti: “Dinleyin, beyler.
Degenleriniz, mutantlarınız ve radyasyon, bunların hepsi çocuk hikâyeleri. Bunlardan kurtulabilir, hatta bunlarla beraber bile yaşayabilirsiniz. Ama sizi beyaz denizaltılarla karşılaştırmaması için Tanrı’ya dua edin. Bunlarla karşılaşmaktansa boğulmayı tercih edersiniz.” Rütbesi indirilmeden önce Leptu sahilde görevliydi ve bir yerden havaya roket fırlatma merkezine kumanda ediyordu.
“Bilirsin, Mac, denizaltılar hakkında birçok batıl inanç ve efsane vardır. Sana bunlardan söz etmeyeceğim. Örneğin Yüzbaşı Chachu denizaltıların radyasyonla kirlendiğini söylerdi. Denizaltılara binmemiz bile yasaktı.
“Peki. Sen burada kal, ben giderim. Gidip ne kadar kirli olduklarını bir göreyim.” Guy ağzını bile açamadan Maxim denize daldı ve uzun süre gözükmedi. Guy nefesini tutarak Mac’in yüzeye çıkmasını bekledi. Sonunda dağınık esmer saçları, denizaltının kazınmış yan cephesinde açılmış yarığın orada belirdi. Mac, hiç güç sarfetmeden, bir sineğin duvara tırmanışı kadar ustaca, yana yatmış güverteye tırmandı. Sonra oradan da denizaltının baş kısmına geçti ve gözden kayboldu. Guy iç çekip denize doğru yürüdü. Gözleri paslı canavara kilit-lenmişti.
Her yer sessizdi. Dalgalar bile bu ölü koyda yavaşça hareket ediyordu. Burada boş, beyaz bir gökyüzü ve cansız kum tepelerinden başka bir şey yoktu. Her şey kuru sıcak ve kaskatıydı. Guy çürümüş iskelete nefretle baktı. “Lanet olsun, ne kötü şans! Diğerleri yıllarca görev yapıp bir denizaltı bile görmezken, biz sadece bir saat yürüdük ve işte bam!
Denizaltı orada duruyor. Tam da cennetten fırlayıp gelmiş.
Gemiye hoşgeldiniz! Kendimi bu pisliğe nasıl bulaştırdım?
Her şey Mac’in yüzünden. Kesinlikle kelimeleri iyi kullanıyor ve sizi endişelenecek bir şey olmadığına ikna edebiliyor.
Belki de denizaltıyı gördüğümde pek de korkmadım; çünkü canavarın, canlı, beyaz ve çarpıcı olmasını, güvertesinde denizcileri görmeyi bekliyordum. Şimdiyse bunun sadece demirden bir ceset olduğunu görüyorum. Aslında tüm çevre ölü gözüküyor. Birazcık rüzgâr bile esmiyor.” Guy çevreye hüzünle baktı. Yere oturup silahını yanına koydu ve sağ ayağındaki botunu çekiştirmeye başladı.
“Lanet olsun, kesinlikle çok sessiz! Diyelim ki Mac dönmedi? Ya şu demir canavar onu yutarsa ve Mac iz bırakmadan kaybolursa. Lanet olsun!” Uzunca, tedirginlik veren bir ses koydan yükseldi. Şaşkına dönen Guy, elinden botunu düşürüverdi. “Tanrım, sadece paslı bir kapak açıldı. Lanet, kesinlikle beni terletti! Yani Mac denizaltının kapağını açabildi. Demek ki bir dakika içinde burada olur. Hayır, dışarı çıkmadı.” Guy, boynunu kuş gibi ileri uzatarak birkaç dakika denizaltıyı inceledi ve yaklaşıp kulak kabarttı. Ölüm sessizliği.
Biraz öncekiyle aynı korkutucu sessizlik, rahatsız edici paslı çığlıkla daha da korkunç hale gelmişti. “Belki de… belki de kapak açılmadı… belki kapandı. Kendi kendine kapandı. “Guy korku içindeki gözlerini bile açamadan, ağır metal kapı Maxim’in arkasından kapandı ve ağır sürme kilit kendi kendine kilitlendi. Guy, kuru dudaklarını ısırarak kavrulmuş gırtlağına rağmen bağırmaya çalıştı. “Hey, Mac!” Ancak bir fısıltı çıkarabilmişti. Sesini bir duyurabilseydi. “He-ey!” diye uluyordu adeta. “He-ey!” Kum tepeleri kasvetli bir şekilde ona cevap verdi. Sonra her yere yeniden sessizlik hakim oldu.
Ölüm sessizliği. Artık bağıracak gücü kalmamıştı. Gözleri denizaltında odaklanmıştı. Guy el yordamıyla silahını aradı.
Onu bulduğunda titreyen parmaklarıyla emniyet kilidini açtı.
Koya doğru ateş etti. Güm diye bir ses duydu. Sanki kurşunlar bir pamuk balyasına saplanmıştı. Denizin pürüzsüz yüzeyinden sular fışkırdı ve aynı yerde halkalar oluşup büyüyerek etrafa doğru sürüklendiler. Guy namluyu biraz daha yükselterek yeniden tetiğe bastı. Başarılı! Kurşunlar, metal yüzeye çarparken takırdıyor, acı acı sesler çıkarıyorlardı. Sonra, hiçbir şey. Kesinlikle ölüm hiçliği. Sanki tüm dünyada yalnız kalmış, buraya mucizevi bir şekilde varmıştı. Lanet olası bu yere nereden düşmüştü.Sanki bir kabustaydı. Tek farkı uyanamıyordu ve sonsuza dek burada kalmalıydı.
Aklı karışmıştı. Ayağında tek botla suya girdi. Önce yavaşça, sonra daha hızlı ve koşmaya başladı. Bacaklarını daha da yukarı kaldırarak koşuyordu. Sırılsıklam olmuştu ve küfrediyordu. Paslı hurdaya daha da yaklaşıyordu. En sonunda denizaltıya vardı ve yukarı tırmanmaya çalıştı.
Yapamıyordu. Nefes almak için durdu. Yanaklarından gözyaşları akıyordu. “Hey!” diye bağırdı.
Sessizlik.
Güverte bomboştu. Baş tarafın üst kısmı başının üzerinde benekli bir mantar gibi asılı duruyordu. Zırhında geniş girintili çıkıntılı bir yara açılmıştı. Guy üst kısmın kenarından geçerken, metal merdiven gözüne çarptı. Merdiven hâlâ ıslaktı ve yukarıya doğru açılıyordu. Silahını sırtına asarak merdivene tırmandı. Nedense, merdiven sanki hiç bitmeyecekmiş kadar uzundu. Boğucu bir sessizlikte kaçınılmaz ölüme, sonsuz ölüme doğru tırmanıyordu. Merdivenin sonuna vardığında elleri ve ayakları üzerine atladı, öylece donakaldı. Canavar onu bekliyordu. Kapak ardına kadar açıktı. Guy siyah yarığa doğru süründü ve içeri doğru sarktı.
Ansızın başı dönmeye, midesi çalkalandı. Mac’in aşağıda, bir sürü şeytanla ölüm kalım savaşı yaptığını ve “Guy! Guy!” diye haykırdığını hayal etti. Ağır, dişlerini gösteren karanlık, tüm çığlıkları yutuyor, en ufak sesleri bile boğuklaştırarak Mac’i boğuyor, eziyordu. Buna daha fazla dayanamayan Guy kapaktan yukarı tırmandı.
Читать дальше