Maxim düğmelerini ilikledi.
“Guy, seni anlamıyorum. Görevdeyken başka, evde başka türlü davranıyorsun. Neden?”
“Bu konuya yine girmeyelim. Sana aynı şeyi tekrar tek rar anlatmaktan sıkıldım. Ya şu sırıtman. Ne zaman içtimada sırıtmayı keseceksin?”
“Kurallarda gülümseyemeyeceğimi söyleyen bir şey yok.” diye cevapladı Mac yavaşça. “Bana aynı şeyi tekrar tekrar anlatmaya devam ettiğin gibi Guy, sana bende bir şey söylemek istiyorum. Söylediğim şeye sinirlenme. Senin bir konuşmacı olmadığını biliyorum. Sen sadece bir ezbercisin.”
“Bir ne?”
“Sen güzel konuşabilen bir insan değilsin.”
“Hatip?”
“Hatip. Evet, doğru kelime bu. Sen bir hatip değilsin. Fakat bu önemli değil. Bugün bize bir konuşma yaptın. Doğru ve güzel kelimeler söyledin. Ama evdeyken Lejyon, yapılması gereken işler ve ülkenin içinde bulunduğu koşullar hakkında söylediklerin çok ilginç. Bunlar aslında senin eserin ve evde konuşan gerçekten sensin. Ancak burada aynı şeyi tekrar tekrar söylüyorsun ve konuşan gerçekte sen değilsin. Burada söylediğin her şey doğru, fakat her zaman aynı ve çok sıkıcı.
Kızmadın değil mi?” Hayır, Guy kesinlikle kızmamıştı, sadece buz gibi bir iğne egosuna saplanmıştı. Bu ana kadar olayları adamlarına düzgün ve ikna edici bir şekilde aktarıyordu. Tıpkı Onbaşı Serembesh ve yüzbaşı gibi. Yüzbaşı da yıllardır aynı konuşmayı tekrarlayıp duruyordu. Bunda utanılacak ve şaşacak bir şey yoktu. Her şeyden önce ülkenin iç ve dış politikasında geçen üç yıl içinde hiçbir şey değişmemişti.
“Ve Mac, bir astın üstünü azarladığını hangi kural söylüyor?”
Maxim “Kurallar bunun tam tersini söylüyor” diye onu onayladı. “Bence bu yanlış. Bak, balistik problemleri çözerken tavsiyelerimi alıyorsun, ayrıca hesaplamalarda yanlış yapınca benim fikirlerimi kabul ediyorsun.”
“Fakat bu evdeyken, evde olan bir şey!”
“Peki, atış talimi sırasında bize yanlış hedef verdiğini düşün? Rüzgâr faktörünü yanlış hesapladığını farz et? O zaman ne olur?”
“Hiçbir durumda üstünün emirlerini sorgulayamazsın.”
“Böyle bir durumda bile mi?”
“Emredildiği gibi ateş edersin” dedi. Guy sertçe. “Mac, geçen on dakika içinde seni iki aylığına içeri tıkmama yetecek kadar çok şey söyledin. Anlıyor musun?”
“Hayır, anlamıyorum. Fakat farz et ki, çatışma anında…”
“Çatışma anında neyi farz edeyim?”
“Yanlış bir hedef verdin. Ne olacak o zaman?” Guy, çatışma sırasında birliğe hiç kumanda etmemişti. Bir anda Onbaşı Bakhtu’nun düşman kuvvetleriyle bir çatışma sırasında haritayı yanlış okuduğunu hatırladı. Tüm birlik bitişik bölüğün atış menziline girmişti. Onbaşı Bakhtu kendisi arkada kalmış ve birliğin yarısını ölüme göndermişti. Hepsi hatalı olduğunu çok iyi anlamış, fakat hiçbiri onu düzeltmeyi bile düşünmemişti.
“Aman Tanrım, hiçbirimiz onu düzeltmeyi aklımıza bile getirmedik” diye düşündü. “Maxim hiçbir şey anlamıyor. Her şey çok basitti, fakat o bunu kabul etmeyecektir. Daha kaç kere bunu tartışacağız! En aşikâr olguları alıyor ve onları ters çeviriyordu. Onu haksız olduğuna ikna etmek imkânsız.
Aksine, hep kuşkuya düşen siz oluyorsunuz. Kafanız dönmeye başlıyor ve hiçbir şey anlamadan kendinizi rahatsız hissediyorsunuz. Maxim ise kesinlikle aptal değil. Dilimizi konuşmayı bir haftada öğrenmiş, okumayı ve yazmayı da iki günde mükemmel hale getirmişti. Sonra da sahip olduğum her şeyi iki ya da daha fazla gün içinde okuyup bitirmişti.
Matematiği ve mekaniği uzmanlarımızdan daha iyi biliyordu.
Kaan Amca’yla olan tartışmaları bunun bir örneğiydi.
“Geçenlerde yemek sırasında yaşlı adam, tartışmayı tümüyle Maxim üzerinde yoğunlaştırmıştı. Kaan Amca, günümüzde Maxim’den başka fosil hayvanlar hakkında bu kadar çok şey bilen ve onlara bu kadar ilgi duyan bir kimsenin daha yaşamadığı konusunda ısrar etmişti. Bazı garip görünüşlü hayvan resimleri çizmiş, bunun üzerine Maxim onlardan çok daha gariplerinin resimlerini yapmıştı. Daha sonra da çizdiklerinin hangisinin daha eski, hangisinin hangisinin soyundan geldiği ve bunun nedenleri üzerine tartışmışlardı.
Amca kütüphanesinden bilimsel kitapları bile getirmesine rağmen Maxim hâlâ ona çok az noktada hak veriyordu. Bir anda, Amca kaba bir şekilde bağırıp çağırmaya, daha sonra da karalamalarını yırtıp üzerinde tepinmeye başlamıştı.
Maxim’i cahillikle suçlamış ve onun Shapshu’dan daha aptal olduğunu söylemişti. Bu hakaretleri elini kafasının arkasındaki seyrek saçlarına götürüp kendi kendine söylenmesi ve sinirli gülümsemesi izlemişti. “Küstah, massaraksh, küstah. Genç adam, gerçekten iyi bir hayal gücün var.
“Maxim, matematik, mekanik ve hatta askeri kimyayı bile çok iyi biliyordu. Ya Paleontoloji? Bu günlerde ve bu devirde kim paleontoloji hakkında bir şeyler biliyordu ki?
Bir ressam kadar iyi resim çiziyor, bir profesyonel kadar iyi şarkı söylüyordu. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi çok mütevazıydı, bu mütevazılığı olağandışıydı. Bir serseri çete-sinin hakkından gelmiş, çoğunu öldürmüş ve tüm bunları tek başına, evet çıplak elleriyle yapmıştı. Bu tuzağa başka biri düşmüş olsa hiç düşünmeden tabanları yağlardı. Tüm bunlar onun hiç umurunda değildi. Hâlâ mutsuz, geceleri uyuyamıyordu. Övüldüğü ya da ona teşekkür edildiği zaman rahatsız oluyordu, hatta bir keresinde bu duruma tepki bile göstermişti. Suratı bembeyaz olmuş ve birini cinayet işlediği için övmenin yanlış olduğunu haykırıp durmuştu. Onu ikna etmek için ona verilen iş ise Lejyona katılmaktı! Her şeyi anlamış, her şeyi kabul etmiş ve katılmak istemişti. Fakat ondan insanlara ateş etmek istenip istenmeyeceğini merak etmişti. Ben de ona insanların üzerine değil, değenlerin ve hırsızlardan daha kötü olan ayaktakımına ateş açabileceğini anlatmıştım. Tanrı’ya şükür anlaştık. Başlangıçta sadece düşmanlarını silahtan arındırma fikrine alışmıştı. Bu durum komikti, ama bir o kadar da korkutucu. Her zaman başka bir dünyadan geldiğini anlatıp dururdu. Bu dünyayı tanıyordum.
Kaan Amca’nın bu dünya hakkında bir kitabı vardı: “Sisli Zartak Diyarı.” Bu kitapta anlatıldığına göre Zartak üzerinde mutlu insanların yaşadığı ve Alabastro Dağları’nda uzanan bir yerdi. Yine kitaba göre, orada yaşayanların hepsi Maxim’e benziyordu. Fakat biri bu vadiyi terk ettiğinde, nereden geldiğini ve geçmiş hayatına dair her şeyi aniden unutuveriyordu. Sadece başka bir dünyadan geldiğini hatırlayabiliyordu. Kaan Amca böyle bir yerin olmadığını ve bunun bir saçmalıktan ibaret olduğunu söylerdi. Zartak’ın sadece bir sıradağ olup buranın savaş sırasında süper bombalarla tamamen harap edildiğini ve bu yüzden de dağ insanlarında hafıza kayıpları görüldüğünü de açıklamıştı.
“Neden bu kadar sessizsin, Guy? Benim hakkımda mı düşünüyorsun?”
Guy kafasını çevirdi.
“Bak, Mac. senden, benim için sadece bir şey yapmanı istemek zorundayım. Sadece disiplin adına benden daha çok şeyler bildiğini belli etme. Diğerlerinin nasıl davrandığına bir bak ve onlar gibi davran.”
“Bunun için çaba gösteriyorum” Maxim üzgündü. Bir an durakladıktan sonra devam etti. “Bu fikre alışmak zor. Biz işleri böyle görmeyiz.”
“Bu arada, yaran nasıl?” Guy konuyu değiştirmeye çalışıyordu.
“Hızla iyileşiyor” Maxim dikkatsizce cevap verdi. “Dinle, Guy, bu operasyondan sonra doğruca eve gidelim. Rada’yı çok özledim, sen özlemedin mi? Diğerlerini barakalarına bırakır ve kamyonla eve yol alırız.” Guy derin bir nefes aldı. Tam bu anda neredeyse kafalarının üzerinde sallanan gümüş megafondan görevli subayın sesi yankılandı. “6. Bölük, talim alanında toplan! Dikkat, 6.
Читать дальше