Maxim, Kaan Amca’nın hikâyesini de biliyoırdu. Zamanında, seçkin bir bilim adamı olan Amca, savaşın ilk yılında Bilim Akademisi’nin nasıl feshedildiğini ve yerine İmparatorluk Akademi Taburu’nun kurulduğunu anlatmıştı. Kıtlık sırasında da evrim teorisinin kurucusu çıldırmış ve kendini asmıştı.
Amca ve diğerleri de çekirgeler ve yabani otlarla beslenmiş, zooloji müzesine saldırarak alkol içinde saklanan numunelere el koyup yiyecek olarak kullanmışlardı.
Maxim, Guy’ın antibalistik kuleler hakkında anlattığı samimi hikâyeleri dinlemişti. Yamyamlar inşaat alanlarına gece sızıyor, onarılmış parçaları ve Lejyonun nöbetçi kulübelerini kaçırıyorlardı. Bunlar son derece merhametsiz vampirlerdi.
Yarı insan, yarı canavar, yarı köpek bu yamyamlar, hayaletler gibi geceleri ortaya çıkıyorlardı. Maxim, Guy’ın ABM şebekesine coşkulu övgüler düzmesine bir çok kere tanık olmuştu. Burası savaşın son yıllarında büyük fedakârlıklarla inşa edilmişti. ABM şebekesi ülkeyi havadan savunarak düşman operasyonlarını durdurmuştu. Bugün dahi ABM, kuzeyden gelebilecek bir saldırıya karşı onların garantisiydi.
Hainlerse ABM kulelerine saldırılar planlıyorlardı. Bunlar Khonti ve Pandeya’nın kirli paralarıyla beslenen satılmış kadın ve çocuk katilleriydiler. Guy’ın yüzü nefret doluydu. “İşte burası görevimizin olduğu yer.” Yumruğunu masaya vurdu.
“Bu yüzden bir fabrikada ya da ofiste çalışmak yerine Lejyon’a katıldım. Evet, aziz değerlerimizi korumaya çalışan Lejyon’a katıldım.”
Maxim bir korku hikâyesi dinler gibi dehşetle onu dinliyordu. Gerçekten de korkunç ve olağanüstüydü, çünkü bunlar olmuş ve halen daha olmaktaydılar. Her an ürkütücü bir vahşetle daha karşılaşabilinirdi. Maxim’in problemleri ise bunların yanında sıradan kalıyordu.
Araçlar, yüksek tuğla binaların bulunduğu dar sokağa aniden döndü. Pandi “Geldik, askerler.” Yayalar, gözlerini parlak farlardan korumak için ellerini yüzlerine siper ederek, sırtlarını döndüler. Bir araç durdu ve şoför kabinini üzerinde uzun teleskopik bir anten yükseldi.
“Herkes dışarı.” 2. ve 3. Birlik komutanları bağırıyordu.
Lejyonerler araçlardan dışarı fırladı.
“1. Birlik, olduğun yerde kal!” diye emir verdi Guy.
Pandi ve Maxim atlamaya hazırken bu emirle yerlerine oturdular.
Öbür, onbaşılar askerlere emirler yağdırıyordu. “Üçlü gruplara ayrılın! 2. Birlik, ileri! 3. Birlik, onları takip edin. İleri, marş!” Çivili botların sesleri kaldırımlarda yankılanırken, biri diğerlerini coşturacak bir şekilde “Yaşasın Savaş Lejyonu!” diye bağırdı. “Hurra!” sesleri duvarlara yaslanarak diğerlerine yol açan soluk benizlerden yükseldi. Yayalar lejyonerlere alışmıştı.
Maxim’in sağında oturan Aday Zoiza hâlâ bir çocuktu. Sırık gibi delikanlının dudaklarının üzerinde sarı sarı tüyler daha yeni bitiyordu. Sivri dirseğiyle Maxim’i göğsünden dürttü ve mutlu bir şekilde gülümsedi. Maxim de ona gülümseyerek cevap verdi. Öbür birlikler çoktan girişlerden içeri dalmış ve sadece onbaşılar kendilerinden emin, buz gibi yüz ifadesiyle geride kalıp kapıları tutmuşlardı. Kamyonlardan birinin şoför mahallinin kapısı kapandı ve Yüzbaşı Chachu dışarı çıkarak “1. Birlik, kamyonlardan dışarı çıkıp, dizilin!” diye haykırdı.
Bunun üzerine Maxim de diğerleriyle beraber dışarı sıçradı.
Birlik sıraya girdiği sırada yüzbaşıya rapor sunmak üzere koşan Guy, onun elini sallamasıyla durdu ve takımın önünde dikildi.
“Miğferlerinizi takın!” Deneyimli erler bu emri hemen anladı, ancak er adayları emre cevap vermekte biraz gecikti. Yüzbaşı, Zoiza’nın kaskının çene kayışını takmasını sabırsızca bekledi ve bağırdı.
“Sağa dön! İleri, ikişer ikişer!” Sakat elini sallayarak birliğin önünde ilerliyordu. Birlik yüzbaşının komutasında karanlık bir kemerli geçitten ve dar bir avludan geçti. Daha sonra ilki kadar berbat ve karanlık bir kemerli geçide girdi ve yontulmuş kapıya gelmeden durdu. Yüzbaşı.
“Dikkat” diye bağırdı. “Birinci Takım ve Aday Sim beni takip edecek. Diğerleri burada kalın. Onbaşı Gaal ıslık çaldığım zaman diğer takımı, bana, dördüncü kata yolla. Kimse dışarı çıkmayacak. Onları canlı istiyorum. Sadece gerçekten bu gerekliyse ateş edin. Birinci Takım ve Aday Sim, beni takip edin!
Kapıyı açtı ve gözden kayboldu. Maxim, Pandi’yi geride bırakıp, yüzbaşıyı takip etti. Kapının arkası az aydınlatılmıştı ve burada çelik trabzanlı, taş, dik bir merdiven vardı. Yüzbaşı merdivenleri üçer üçer tırmanarak çabucak üst kata çıkmıştı.
Maxim ona yetişti ve elindeki tabancayı gördü. Bir an için insanları vurmak zorunda olma düşüncesi onu rahatsız etti.
Daha sonra bunların insan değil sadece birer hayvan olduklarını hatırladı ve rahatladı. İğrenç bir balçık üzerinde, zayıf ışıkta ve tükürüklerle sıvanmış duvarların arasından yürümeleri bu düşüncesini kanıtlıyordu.
İkinci kat, mutfak kokularıyla doluydu! Hafifçe açılmış bir kapı aralığında yaşlı bir kadının korkuya kapılmış yüzünü göre biliyordu. Neredeyse çıldırmış bir kedi ayaklarının altından, miyavlayarak ve sıçrayarak geçti. Üçüncü kat. Dangalağın biri yolun ortasına su dolu bir kovayı bırakıp gitmişti. Yüzbaşı, kovayı tekmeledi ve bütün su merdivenlerden aşağı boşaldı.
Pandi aşağıdan “Massaraksh” diye kükredi. Yüzbaşı birbirine sarılmış bir çifte bağırdı: “Yoldan çekilin. Aşağı kata!” Dördüncü katta karşılarına kahverengi, çirkin bir kapı çıktı.
Üzerinde eski tenekeden bir plakada “Hobbi, Diş doktoru.
Randevu gerekmez.” yazıyordu. Kapının arkasından ise çığlıklar yükseliyordu. Yüzbaşı durdu ve homurdandı: “Kilitli.” Esmer yüzünden terler boşanmaktaydı. Maxim ne olduğunu anlayamamıştı. Pandi koşarak yukarı geldi, Maxim’i kenara iterek, silahını kapı tokmağının altına doğrulttu ve ateşlemeye başladı. Kıvılcımlar ve tahta parçaları havada uçuştu. O anda, kapının arkasından silah sesleriyle birlikte uzun bir çığlık duyuldu. Daha fazla çentik havada uçuşmaya başladı. Sıcak ve katı bir şey Maxim’in başını sıyırdı. Yüzbaşı kapıyı savurarak açtı.
Oda karanlıktı. Sarı ışıklar sigara dumanlarını aydınla-tıyordu. Yüzbaşı: “Arkamdan gelin!” diye bağırdı ve ışıklara doğru en önde o atıldı. Solda tehlike vardı. Maxim elini uzattı, eline sıcak bir burun geldi ve silahını aniden çekerek fırlattı.
Bu sırada bir diğerinin birbirinden ayrılmış eklem yerleri yarı ayrı çıtırdıyordu ve geniş, yumuşak vücut, yere yıkılırken kaskatı kesildi. İleride dumanların arasından Yüzbaşı bağırdı: “Ateş etmeyin. Onları canlı yakalayın!” Maxim silahını fırlatıp, aydınlık bir odaya girdi. Burası kitaplar ve resimlerle doluydu ve ateş edecek kimse yoktu. İki adam, yerde acı içinde kıvranıyor, biri ise bağırıyordu. Bir kadın, başı arkaya savrulmuş bir şekilde, bir sandalyede baygın yatıyordu.
Suratı, saydam denebilecek kadar solgundu. Yüzbaşı bağıran adamın başında ayakta duruyor, tabancasını kılıfına koymuş, etrafa bakıyordu. Pandi, sertçe Maxim’i iterek odaya doğru girmesini sağladı. Arkasında lejyonerler ateş eden adamın tıknaz vücudunu sürükleyerek taşıyorlardı.
Ter ve heyecan içindeki Aday Zoiza Maxim’in bir kenara fırlattığı silahı yerden aldı. Yüzbaşı, esmer ve korku içindeki yüzünü onlara çevirerek “Diğeri nerde?” diye homurdandı.
Читать дальше