Dışarıya çıkar çıkmaz, Maxim gayet kibar bir tonda: “Er Pandi, efendim, neden degenler de aynı anda, aynı şekilde acıdan kıvranıyor?” diye sordu.
“Bunu yapan korku, evlat. Onlar degen, anlıyor musun?
Mac, daha fazla okumalısın. İşte al şu broşürü — Degenler ‘Davranış ve Kökenleri’.
Bunu iyice oku. Okumazsan hiçbir yere varamazsın. Sadece cesaretin seni bir yere götüremez” dedi ve duraksadı. “Bak şimdi, biz normal insanlar heyecanlanır, sinirlenir, korkarız ve bundan fazla bir şey olmaz. Belki biraz terler ya da titreriz.
Onların vücudu ise anormaldir — dejenere olmuştur. Birine kızsalar ya da heyheyleri tutsa, bir anda korkunç baş ağrıları ve diğer acılar vücutlarını sarar. Bunlar çıldırtan ağrılardır, anladın mı? Onları ancak bu şekilde tanıyabiliyoruz ve tabii tutukluyoruz. Ne dersin, bu eldivenler iyi değil mi? Benim ölçüme de uygun. Ne düşünüyorsun?” Maxim: “Benimkiler çok dar” diye şikayet etti. “Değiştirmeye ne dersiniz?” Bu alışveriş ikisini de memnun etmişti. Derken aniden Maxim, Fank’ın arabada nasıl acıdan kıvrandığını hatırladı.
Devriyedeki lejyonerler de onu tutuklamıştı. “Fakat onu bu denli korkutan ya da kızdıran şey ne olabilirdi? Pek de heyecanlı görünmemiş, sakin bir şekilde arabayı sürmüştü.
Islık bile çalmıştı. Fakat bir anda arkasını dönmüş ve devriye arabasını görmüştü. Yoksa bu daha sonra mı olmuştu?
Maxim tam olarak hatırlamıyordu. Doğru, çok ace-, lesi vardı ve bir van yolu tıkamıştı. Belki de buna sinirlenmişti. Aman Tanrım, neler diyorum ben?” dedi Maxim kendi kendine.
“Herkes sinir nöbeti geçirebilirdi. Büyük olasılıkla kaza yüzünden tutuklanmıştı. Beni gerçekten nereye götürdüğünü ve kim olduğunu çok merak ediyorum. Fank’ı bulmalıyım” diye düşündü.
Botlarını parlatıp büyükçe bir aynanın önünde kendine çeki düzen verdikten sonra silahını boynuna astı. Kendini yeniden gözden geçiriyordu ki, Guy’ın dışarı çıkmalarını bildiren emrini duydu. Guy, adamlarını keskin gözlerle süz-dükten ve görevleri hakkındaki bilgilerini sınadıktan sonra, rapor vermek üzere bölük ofisine koştu. Biraz sonra Yüzbaşı Chachu, Guy’ın yanında belirdi. O da, Guy gibi, her askeri özenle inceledi. “Birliğini getir, onbaşı!” Birlik bu emirle merkez karakola doğru yürümeye başladı.
Merkez karakola gelince, Yüzbaşı Er Pandi ve Aday Sim’e kendisini takip etmelerini emretti. Guy birliğin diğer kısmıyla kaldı. Pandi ve Maxim, pencereleri perdeyle iyice örtülmüş küçük bir odaya girdiler. İçeride ağır bir sigara dumanı kokusu vardı. Uzak köşede üzeri boş, geniş bir masa ve üç ayaklı sandalyeler duruyordu. Duvarda eski bir savaşı betimleyen bir resim asılıydı. Maxim, masanın on adım önünde ve kapının sağına doğru, yere rapt edilmiş metalden bir koltuk gördü. Yüzbaşı: “Yerlerinize!” diye emretti ve ilerleyerek kendi yerine oturdu.
Pandi, dikkatle Maxim’i tutuklu koltuğunun sağ arka tarafına yerleştirdikten sonra, kendisi de sola geçti ve Maxim’e dikkatle ayakta durmasını fısıldadı. Şimdi ikisi de dimdik, kaskatı bir şekilde ayakta duruyordu. Yüzbaşıysa bacak bacak üstüne atmış, elindeki sigarasıyla ilgisizce lejyonerleri izliyordu. Maxim’se yüzbaşının kendisini incelediğinden emindi.
Pandi’nin arkasındaki kapı açılınca, Pandi iki adım ileri ve bir adım Sağa atıp, sola bir dönüş yaptı. Maxim de onun yaptıklarını yapacaktı ki, kapı ağzını kapatmadığını anlayınca vazgeçti, tekrar “hazır ol” konumuna geçti. Her ne kadar ilkel, korkunç ızdıraplar içindeki bir ülkeye uygunsuz düşse de, bu yetişkin oyunlarında bulaşıcı olan bir şeyler vardı. Pandi: “Dikkat!” diye haykırdı.
Yüzbaşı, sigarasını kül tablasında söndürerek yerinden doğrulduktan sonra hafifçe topuklarını birbirine vurup yeni gelenleri masaya davet etti. İçeriye tugay komutanı, sivil kıyafetler içinde bir yabancı ve koltuğunda kalın bir dosyayla tugay emir subayı girmişti. Asık suratlı tugay komutanı masanın ortasına oturup parmağını, düğmesini çözmek üzere, nakışlı yakasının altına götürdü. Kısa boylu, çirkin, kabaca tıraşlı, sarkık suratlı sivil yavaşça yanındaki koltuğa yöneldi. Tugay emir eri, ayakta durarak dosyayı açtı, içinden kâğıtlar çıkarıp birkaçını tugay komutanına uzattı.
Bir müddet süren kararsızlıktan sonra, Pandi aynı hareketleri tekrarlayarak esas yerine geçti. Masadakiler alçak sesle konuşuyorlardı. Tugay komutam sordu: “Bugünkü toplantıya gidiyor musun, Chachu?”
“Hayır, ilgilenmem gereken bazı işlerim var.”
“Çok kötü. Bugün önemli bir konuyu tartışacağız.”
“Bunu çok geç hatırladım. Neyse, fikrimi zaten söylemiştim.”
Sivil yavaşça yüzbaşıya: “Bu pek de geçerli değil. Koşullar değişiyor. Bundan ötesi fikirler değişiyor” dedi.
Yüzbaşı soğuk bir ifadeyle: “Bu Lejyon için geçerli değil” diye belirtti.
Tugay komutanı: “Beyler, ne olursa olsun bugünkü toplantıya gelin” dedi.
Tugay emir subayı bir yandan da kâğıtlarını karıştırarak: “Duyduğuma göre kendi özel sularında, taze göl mantarı getireceklermiş” dedi.
Sivil: “Duydunuz mu, yüzbaşı?”
“Hayır bayım. Benim tek bir görüşüm var ve onu da belirttim. Göl mantarlarına gelince…” Bu sırada Maxim ve Pandi’nin duyamadığı bir şeyler daha söyledi ve kalabalık bir anda kahkahalara boğuldu. Yüzbaşı Chachu, memnun olmuş bir şekilde, arkasına yaslandı. Emir subayı elindeki kâğıtları karıştırmayı bırakarak tugay komutanının kulağına bir şeyler fısıldadı. Tugay komutanı birkaç kez başını salladıktan sonra yerine oturdu ve boş koltuğu işaret edermişçesine bağırdı: “Nole Renadu.”
Pandi, kapıyı iterek açtı, kafasını koridora çıkararak yüksek sesle tekrarladı: “Nole Renadu.” Koridorda hareketlenmeler duyuldu ve içeri pahalı elbiseler giymiş, yaşlıca bir adam girdi. Elbiseleri nedense hırpalanmış ve darmadağın gözüküyordu. Ayakları pek tutmadığından Pandi onu kolundan tutup tutuklu koltuğuna oturttu. Kapı kapandı. Adam köh köh öksürüyordu, ellerini dizlerine koymuş, başını da gururla havaya dikmişti.
Tugay komutanı elindeki kâğıtları inceleyerek ağır ağır konuşmaya başladı: “Eveet. Nole Renadu, 55 yaşında, ev sahibi, şehir konseyi üyesi. Vee Veteranlar Birliği üyesi.” Komutan bu sözleri söylerken, yanındaki sivil esnedi, cebinden bir dergi çıkararak dizlerine koydu ve sayfalarını çevirmeye başladı. “Tutuklu, araştırma sırasında yer değiştirmiş vee… Sekiz Numara Trumpeter Sokağı’nda ne ya pıyordunuz?”
Ranadu ağır başlılıkla: “Binanın sahibiyim ve yöneticiyle bir toplantım vardı” diye cevapladı.
Tugay komutanı emir subayına dönerek: “Belgelerini kontrol ettiniz mi?” diye sordu.
“Evet, efendim. Her şeyi yasal.”
Tugay komutanı: “Eveet — Bay Renadu, hiç mahkûm tanır mısınız?” Renadu başını dinç bir şekilde sallayarak: “Hayır tanımam” dedi ve devam etti: “Kişisel olarak değil, ama birinin ismini biliyorum. Ketshefti sanırım. Binada bu isimde biri var. Fakat emin değilim. Belki de yanılıyorum. Belki o bina değildir. İki tane daha apartmanım var ve biri “Bağışlayın.” Sivil gözlerini dergiden ayırmadan Renadu’nun sözünü kesti. “Hücredeki diğer mahkûmlar ne konuşuyordu? Dinlemediniz mi?”
“E… ben… eee…” Renadu tereddüt etti:” İtiraf etmeliyim ki… eee, hücrenizde böcekler var. Bu yüzden vaktimizin büyük bölümü onlarla uğraşmakla geçti. Biri köşede bir şeyler fısıldıyordu, fakat böcekleri halletmekle meşguldüm” diyerek sinirli bir kahkaha attı.
Читать дальше