Tugay komutanı: “Elbette” diye onayladı. “Peki, bir özrün gerekli olacağını sanmıyorum, Bay Renadu. İşte belgeleriniz. Özgürsünüz” dedi ve “Şef Muhafız?” diye bağırdı.
Pandi kapıyı ardına kadar açıp haykırdı: “Şef Muhafız, Tugay komutanına rapor verin!”
Renadu çaresiz: “Özür konusunu dert bile etmiyorum. Tek suçlu benim.
Daha doğrusu benim lanet olası soyaçekimim” dedi ve bel-gelerinin olduğu masayı işaret ederek: “Alabilir miyim?” diye Maxim’e sordu.
Pandi, alçak sesle Maxim’e.
“Olduğun yerde kal” dedi.
Guy içeri girdi. Tugay komutanı ona belgeleri verdi ve onları götürmesini söyledi. Mallarına el konan Bay Renadu serbest bırakıldı.
Demir taburedeki emir subayı yerinden Pandi’ye “Rashe Musai” dedi.
Pandi de açık kapıdan bunu tekrarladı: “Rashe Musai.”
Zayıf, tamamen tükenmiş bir adam içeri girdi. Bir terlik ve yırtık pırtık bir giysi giymişti. Tugay komutanı bağırırken o güçlükle yerine oturabilmişti.
“Seni katil, saklanıyor muydun?”
Rashe uzun ve karmaşık bir açıklamayla ona cevap verdi.
Saklanmıyordu. Hasta bir karısı ve üç çocuğu vardı ve kirasını ödeyememişti. İki kere tutuklanmış ve serbest bırakılmıştı. Şu anda ise bir fabrikada döşemeci olarak çalışıyordu ve yanlış bir şey yapmamıştı. Maxim, onun serbest bırakılacağından emindi ki, tugay komutanı aniden ayağa kalkarak evli ve 42 yaşındaki Rashe Musai’nin suçun tekrarını önleyici kanuna dayanarak 7 yıl hapse mahkûm edildiğini bildirdi. Bir an için Rashe Musai cezayı anlamamıştı. Fakat daha sonra korkunç bir sahne oluştu. Döşemeci hıçkıra hıçkıra ağlamaya ve sözleri anlaşılamayacak şekilde affedilmesi için yalvarmaya başladı. Pandi onu koridora doğru sürüklerken hâlâ çığlık çığlığa ağlamaya devam ediyordu.
Maxim’se o an, Yüzbaşı Chachu’nun gözlerinin kendisinin üzerinde olduğunu fark etti.
Emir eri: “Kivi Popshu” diye anons etti.
Yüzünün şekli, bir tür deri hastalığı yüzünden bozulmuş, geniş omuzlu bir adam kapıdan içeri doğru itildi. Bu uslanmaz ev hırsızı, suç üstü yakalanmış olmasına rağmen küstah, yaltaklanan bir tavırla, önce otoritelere onu vahşi ölüm cezasına çarptırmamaları için yalvardı. Sonra isterik bir şekilde kahkahalar patlatıp birkaç espri yaptı ve kendi hakkında hikâyeler anlattı. Hepsi de. “Eve girdim…” cüm-lesiyle başlıyordu. Tugay komutanı, birkaç başarısız sorgu girişiminden sonra, arkasına yaslanarak, hiddetle sağına ve soluna baktı. Yüzbaşı Chachu düz bir sesle: “Aday Sim. Sustur şunu!” dedi.
Maxim, bir mahkûmu nasıl susturacağını bilmeksizin, basitçe omzundan tutup sertçe salladı. Mahkûm çenesini kapatıp dilini yutmuş bir şekilde sessizliğe gömüldü. Bu sırada mahkûmu izlemekte olan sivil: “Onu ben alacağım.
Yararlı olabilir” dedi.
Tugay komutanı durumdan memnun: “Güzel!” dedi ve muhafıza Kivi Popshu’yu hücresine geri götürmesini söyledi.
Mahkûm dışarı çıkarılırken emir subayı. “Bu işin küçük kısmıydı. Şimdi sırada tutuklanan grup var.” dedi.
Sivil: “Liderleriyle başlayın” diye önerdi. “İsmi neydi — Ketshef?”
Emir subayı, tekrar kâğıtlarına bir göz attıktan sonra mahkûm koltuğunu işaret ederek “Gel Ketshef!” diye haykırdı.
Eli kelepçeli bir adam içeri getirildi. Gözleri kıpkırmızı, suratıysa şişikler içindeydi. Oturarak gözlerini tugay komutanının başının üzerindeki resimde sabitledi.
Tugay komutanı sordu: “Adın Gel Ketshef mi?”
“Evet.”
“Diş doktoru musun?”
“Öyleydim.”
“Diş doktoru Hobbi’yle ilgin nedir?”
“İş yerini ödünç almıştım.”
“Şimdi neden çalışmıyorsun?”
“Âletlerimi sattım.”
“Neden?”
“Mali problemler yüzünden.”
“Ordi Tader’le olan ilişkin nedir?”
“O benim karım.”
“Çocuğun var mı?”
“Bir oğlumuz var.”
“O nerede?”
“Bilmiyorum.”
“Savaş sırasında ne yapıyordun?”
“Savaştım.”
“Neden hükümet karşıtı faaliyetlere katılmaya karar verdin?”
Ketshef: “Çünkü dünya tarihinde hiçbir zaman bu kadar aşağılık bir hükümet olmadı” dedi ve devam etti. “Çünkü karımı ve çocuğumu seviyordum. Çünkü dostlarımı öldürüp insanlarıma eziyet ettiniz. Çünkü sizden hep nefret ettim. Bu yeterli değil mi?”
Tugay komutanı sakin bir şekilde: “Yeterli” dedi. “Gerektiğinden de fazla. Şimdi de bize Khontis’in size ne kadar para ödediğini söyle? Yoksa bu Pandeya mı?”
Adam bir kahkaha patlattı. Fakat bu kahkahayı güçlükle atmıştı, bu ölü bir adamın kahkahasıydı.
“Kes şunu. Bu saçmalığa bir son ver. Senin için ne yararı olacak ki?”
“Bu grubun lideri misin?”
“Öyleydim.”
“Örgütünüzün üyeleri kimler?”
“Bilmiyorum.”
Sivil aniden sordu: “Emin misin?”
“Evet.”
Sivil kibarca: “Biliyorsun, Ketshef. Durumun çok ciddi. Grubun hakkında her şeyi biliyoruz. Hatta bağlantılarınız hakkında da bilgimiz var. Kendi ismini ya da bir diğerinin ismini vermişsin. Her şey sana bağlı?”
Ketshef başını eğdi ve sessiz kaldı.
Yüzbaşı Chachu bağırdı: “Sen! Sen, eski bir savaş subayı! Sana neyi önerdiklerinin farkında mısın? Sadece hayatın değil, massaraksh! Onurun söz konusu!”
Ketshef tekrar gülmeye başladı ve cevap vermedi. Maxim, bu adamın hiçbir şeyden korkmadığını anlamıştı. Ne ölümden ne de onursuzluktan. Katlanabileceği her şeye katlanmıştı ve kendini ölü olarak görüyordu. Tugay komutanı omzunu silkerek 50 yaşında, evli, diş doktoru Gel Ketshefin toplum sağlığını koruma kanununa dayanarak ölüm cezasına çarptırıldığını ilan etti. Kırk sekiz saat içinde idam edilecekti.
Eğer şahit olmayı kabul ederse ceza değiştirilebilirdi.
Ketshef dışarı çıkarıldıktan sonra, tugay komutanı memnuniyetsiz bir şekilde sivile “Seni anlayamıyorum.
Konuşmaya gönüllü olduğunu sanıyordum. Senin bakış açından, o bir boşboğazdı. Anlamıyorum.”
Sivil gülerek: “Dinle, dostum, sen kendi işine bak, ben de kendiminkine.”
Tugay komutanı kızarak: “Grubun lideri… filozof gibi konuşma eğilimindeydi. Seni anlamıyorum.”
“Sen hiç filozof gibi konuşan birini gördün mü?”
“Saçma.”
“Söyle, gördün mü?”
“Ya sen gördün mü?” diye sordu komutan.
Sivil kendinden emin: “Şimdi gördüm. Bunu bir yere not et: Bu ilk olmayacak. Hayattayım ve o da ölü. Bu noktada tartışacak ne kaldı ki?”
Yüzbaşı aniden yerinden doğrularak, Maxim’e doğru yürüdü ve yüzüne doğru fısıldadı: “Duruşuna dikkat et, Aday Sim. Dikkat! Gözlerin ileri bakacak!” Maxim’i birkaç saniye inceledi ve yerine döndü.
Emir Subayı: “Peki. Hâlâ sorgulanacak Ordi Tader, Memo Gramenu ve ismini vermeyi reddeden iki kişi daha var” diye araya girdi.
Sivil: “İsmini vermeyenlerden başlayalım” diye önerdi. Numara 7313 içeri girdi. Zayıf ama kuvvetli görünen adamın dudakları fena halde şişmişti. Yerine oturdu. Takma bir kolu olmasına rağmen onun da elleri kelepçeliydi. Tugay komutanı: “Adın?” diye sordu.
Tek kollu mahkûm neşeli ve alaycı bir tavırla: “Hangisi?” diye soruya soruyla karşılık verdi.
Adamın cevabı Maxim’i ürkütmüştü. Onun da Ketshef gibi sessiz kalacağına emindi.
Tugay komutanı sorularına devam etti: “Birçok adın mı var? Gerçek adını söyle?”
Читать дальше