Stanislaw Lem - Maske
Здесь есть возможность читать онлайн «Stanislaw Lem - Maske» весь текст электронной книги совершенно бесплатно (целиком полную версию без сокращений). В некоторых случаях можно слушать аудио, скачать через торрент в формате fb2 и присутствует краткое содержание. Жанр: Фантастика и фэнтези, на турецком языке. Описание произведения, (предисловие) а так же отзывы посетителей доступны на портале библиотеки ЛибКат.
- Название:Maske
- Автор:
- Жанр:
- Год:неизвестен
- ISBN:нет данных
- Рейтинг книги:5 / 5. Голосов: 1
-
Избранное:Добавить в избранное
- Отзывы:
-
Ваша оценка:
- 100
- 1
- 2
- 3
- 4
- 5
Maske: краткое содержание, описание и аннотация
Предлагаем к чтению аннотацию, описание, краткое содержание или предисловие (зависит от того, что написал сам автор книги «Maske»). Если вы не нашли необходимую информацию о книге — напишите в комментариях, мы постараемся отыскать её.
Maske — читать онлайн бесплатно полную книгу (весь текст) целиком
Ниже представлен текст книги, разбитый по страницам. Система сохранения места последней прочитанной страницы, позволяет с удобством читать онлайн бесплатно книгу «Maske», без необходимости каждый раз заново искать на чём Вы остановились. Поставьте закладку, и сможете в любой момент перейти на страницу, на которой закончили чтение.
Интервал:
Закладка:
Ama Angelita olarak, Güney’in bayıltıcı sıcağında büyümüştüm ve o yöne baktığımda, beyaz sırtlarında güneşin parladığı duvarlar, kurumuş palmiyeler, yanlarında, pul pul köklerine köpüklü idrarlarını bırakan vahşi, tüylü sokak köpekleri, yapışkan bir tatlılığa sahip hurmalarla dolu sepetler, yeşil cüppeli hekimler ve kentin körfezine inen taş merdivenler gördüm; bütün duvarlar ısının geldiği yönün tersine dönüktü; kurutulmak üzere bırakılmış, gübre yığınlarını andıran sararmış üzüm yığınları ve yine yüzüm, bu kez aynada değil, suda yansıyan yüzüm, gümüş bir testiden eskiliğinden ötürü kararmış gümüş bir testiden — akan su. O testiyi taşıyışımı ve içinde ağırlığıyla hareket eden suyun elimi ıslatışını bile hatırlıyordum.
Peki ya, cinsiyetsiz benliğim ve onun sırt üstü yolculuğu, kıvrımlı metal yılanların ellerime, ayaklarıma, alnıma kondurdukları öpücükler? O dehşet artık tamamen solmuştu, tıpkı sözcüklere dökülemeyen kötü bir rüya gibi, en zorlu çabalarımla bile onu zar zor hatırlıyordum. Hayır, aynı anda ya da art arda birbirinden bu kadar zıt yaşamlar yaşamış olmam imkânsızdı! Öyleyse kesin olan neydi? Güzeldim. O adamın canlı bir aynayı andıran yüzündeki aksimi gördüğümde içimde hem zafer hem de çaresizlik duyguları yükseldi, çünkü hatlarımın kusursuzluğu o kadar mutlaktı ki hangi deliliği yaparsam yapayım, istersem ağzımda köpüklü salyalarla uluyayım, istersem çiğ et kemireyim, güzellik yüzümü terk etmiyordu — peki neden sadece “ben” olarak değil de, “benim yüzüm” olarak düşünüyordum? Ben, yüzü ve vücuduyla barışık ve uyumlu olmayan biri miydim? Büyü yapmaya hazır bir büyücü, bir Medea mıydım? Benim için bu büyük bir saçmalık, gülünç bir şeydi. Aklımın, asilliği elinden alınmış başıboş bir şövalyenin elindeki çok kullanılmış bir kılıç gibi iş görmesi bile, her konuyu hiç tereddütsüz ikiye biçebilmem, aklımın bu kararlı işleyişi bile, kesinliğinde biraz fazla soğuk, fazla sakin görünüyordu, çünkü onun ötesinde korku vardı — tıpkı aşkın, her yerde birden var olan, yine de ayrı olan bir şey gibi-, bu yüzden kendi düşüncelerimi bile kuşkuyla karşılıyordum. Ama yüzüme de aklıma da güvenemiyorsam, korkumu ve kuşkumu nerede saklayacaktım, değil mi ki insan ruh ile beden dışında bir hiçtir? Bu, aklımı karıştırıyordu.
Geçmiş yaşamlarımın dağınık kökleri, bana önemli olan hiçbir şey söylemiyordu, bunlar üzerine düşünmek parlak görüntülerin açığa çıkmasını sağlıyordu yalnızca, kâh Kuzeyli Mürebbiye, kâh kızgın güneşli yerlerde büyüyen Angelita, kâh Minyon olarak, her seferinde, başka bir ismi, başka bir hayatı olan, başka bir göğün altında yaşayan, başka bir soydan gelen, başka bir insandım. Burada hiçbir şeyin öncesi yoktu. Güney’in toprakları geliyordu sürekli gözümün önüne, göz alıcı parlaklıkta bir göğün altında tezat renklerle ve tatlılıklarla dolu olarak; çarşaflı annelerinin kemikli dizlerinde sessizce yatan, gözleri cerahatli, yarı kör ve şişik karınlı çocuklar ve o uyuz köpekler olmasa, palmiyelerle süslü o kıyıyı fazlasıyla rahat ve bir yalan kadar boş bulurdum. Ve Mürebbiye’nin Kuzey’i… Tepeleri karlarla kaplı dağları, kurşunî renklerle çalkalanan göğü, kışın rüzgârın karda bıraktığı eğri büğrü şekilleri, beyaz dillerini taşlara sürüyerek kale mazgallarından giren, payandaları, hendekleri yalayan şekilleri, asma köprünün sarı göz yaşlarını andıran paslı zincirleri… Yazları hendeğin suyu, kuzu derisini andıran bir küf tabakasıyla kaplı olurdu, bunların hepsini o kadar iyi hatırlıyordum ki!
Bir de üçüncü var oluşum vardı: Büyük, serin, düzenli bahçeler, ellerinde makaslarıyla bahçıvanlar, tazı sürüleri, soytarının tahtın basamaklarında uzanan Büyük Danimarkalısı — nefes alırken kaburgalarının oynamasıyla bozulan mutlak bir uyku halindeki dünya yorgunu heykel… sarıya çalan ilgisiz gözlerinde küçük şekillerin parladığını düşünürdünüz. Bu şekillerin ne anlama geldiğini bilmiyordum, ama bir zamanlar bildiğimden emindim. Ağzımda çiğnediğim otların tadına kadar her şeyini bu kadar iyi hatırladığım o geçmişe daldığımda, küçülen bebek patiklerime ya da gümüş ipliklerle işlenmiş ilk uzun elbiseme dönmemem gerektiğini hissettim, sanki çocukluğumda bile bir ihanet gizliymiş gibi. Bu yüzden katlanılmaz zalimlikte bir anıyı gelirdim aklıma — yüzüm yukarı dönük haldeki cansız yolculuğu, çıplak bedenime çarpan metallerin uyuşturucu dokunuşlarını, sanki bedenim henüz bir yüreği, bir dili olmadığından çalamayan bir çanmışçasına metallerin dokunuşuyla çınlayan çıplaklığımı. Yine de elimdeki tek şey bu inanılmazlıktı, bu kâbusun bana böylesi bir ısrarla sarılmasına artık şaşmıyordum, çünkü onun kâbus olduğuna karar vermiştim. Bunun kesinliğinden emin olmak için parmaklarımın ucuyla kollarımın yumuşak kısımlarına, göğüslerime dokundum; şüphesiz bir tacizdi bu ve ben titreyerek ona boyun eğdim, sanki başımı geriye atmış, canlandırıcı yağmurun buz gibi akıntısına çıkmıştım.
Sorularıma hiçbir yanıt bulamayarak, kendim olan ve olmayan uçurumdan çekildim. Tek olan benliğime döndüm. Kral, geceki balo, salon ve o adam. O adam için yaratılmıştım, o da benim için yaratılmıştı, bunu biliyordum, ama yine korkuyla; hayır, bu korku değildi, kaderin, kaçınılmazın, anlaşılmazın demir varlığıydı; tıpkı bir ölüm haberi gibi reddedilemez, görmezden gelinemez, kendisinden kaçılamaz bir bilgi olan bu kaçınılmazlıktı içine gömüldüğüm o ürpertici var oluş — yok olunabilirdi, ama bir tek o şekilde. Buna dayanamayarak, “baba, anne, kardeş, arkadaşlar, dostlar ve akrabalar” diye sayıkladım — bu sözcükleri ne kadar iyi anlıyordum, canlı simalar göründü, tanıdığım simalar, bunları kendi önümde kabul etmem gerekiyordu, evet ama insanın dört annesi ve bir o kadar da babası olamazdı, öyleyse, bu yine delilik iniydi? Böylesine aptalca ve böylesine inatçı?
Aritmetiğe başvurdum: Bir bir daha iki eder, bir babayla bir anneden bir çocuk çıkar, sen o çocuktun, sen bir çocuğun anılarına sahipsin…
Kendi kendime, ya deliydim ya da hâlâ deliyim, dedim, aklım bir akıl olarak tam bir tutukluk içindeydi. Ne balo, ne şato, ne Kral, ne de ebedî uyum yasalarına tâbi bir varlığa dönüşme vardı. Bir pişmanlık yarası, güzelliğimden de ayrılma düşüncesi karşısında bir direniş hissettim. Birbirinden farklı öğelerle kendime ait bir şey kuramazdım, meğer ki mevcut tasarımda içine sızabileceğim bir çatlak, bir tutarsızlık bulabileyim ve böylece yapıyı açıp özüne inebileyim. Herşey gerçekten de olması gerektiği şekilde mi gerçekleşmişti? Eğer ben Kral’ın malı idiysem, o zaman bunu nasıl bilebilirdim ki? Geceleyin bunu düşünmem bile yasak olmalıydı. O her şeyin arkasında idiyse, o zaman neden onun önünde eğilmeyi istemiş, ama ilk önce bunu yapmamıştım? Eğer hazırlıklar hatasız idiyse, neden hatırlamamam gereken şeyler hatırlamıştım? Çünkü, tabii ki, hatırlayabileceğim tek şey bir kızın ve bir çocuğun geçmişi olsaydı, kadere başkaldırma arzusu uyandıran o kararsızlığın ıstırabına düşmezdim. Hiç olmazsa arkamdaki o anı, öpücüklerle alevlenen hareketsiz ve dilsiz çıplaklığımın canlılığını silmelilerdi, ama o da gerçekleşmişti ve şimdi benimle birlikleydi. Tasarımda ve tasarımın gerçekleşmesinde bir hata olabilir miydi? Bilmece ya da kötü bir rüya sandıklarım, dikkatsiz birer hata, birer ihmal, birer çatlak mıydı? Ama öyle olsaydı, umut etmek için bir nedenim olurdu. Beklemek için. Olayların gelişmesini, daha çok tutarsızlığın birikmesini beklemek ve bunlardan, Kral’a karşı, kendime karşı ya da kim olursa olsun, bana zorla dayatılan kadere karşı kullanacağım bir kılıç yapmak için beklemek. Öyleyse, büyüye boyun eğ, ona dayan, sabahleyin ilk iş olarak randevuna git… ve nedenini ya da nasılını bilmeden, bunu yapmaktan beni hiçbir şeyin alıkoyamayacağını, tersine, her şeyin beni kesin olarak bu yöne yönelteceğini biliyordum. Şimdi ve burada, etrafımdaki her şey çok ilkeldi, evet, duvarlar, önce parmaklara yumuşak bir şekilde teslim olan esnek döşemeler ve altlarındaki çelik ya da taştan engel, bilmiyordum, ama o rahat yumuşaklığı tırnaklarımla koparabilirdim, ayağa kalktım, başım tavanın içbükey kıvrımına değdi. Etrafımda ve üstümde bu vardı, ama içeride — ben, tek başıma?
Читать дальшеИнтервал:
Закладка:
Похожие книги на «Maske»
Представляем Вашему вниманию похожие книги на «Maske» списком для выбора. Мы отобрали схожую по названию и смыслу литературу в надежде предоставить читателям больше вариантов отыскать новые, интересные, ещё непрочитанные произведения.
Обсуждение, отзывы о книге «Maske» и просто собственные мнения читателей. Оставьте ваши комментарии, напишите, что Вы думаете о произведении, его смысле или главных героях. Укажите что конкретно понравилось, а что нет, и почему Вы так считаете.