“Kendine karşı bu kadar acımasız olma” dedi Maxim.
“Başıma o kadar büyük belalar da açmıyordum. Bu arada ismin nedir?”
“Bana Ernst de!”
“Bence eve dönmelisin.” diye önerdi Strannik çaresizce.
“Zaten evimdeyim.” Maxim sabırsızdı. “Konuyu değiştirelim.
Şu mobil yayıcılarla ilgileniyorum. O konuda ne yapabiliriz?”
“Hiçbir şey. Sen açlıkla nasıl baş edeceğini düşün.”
“Sana mobil yayıcıları soruyorum.” Strannik iç çekti.
“Pillerle çalışıyorlar: Bu piller sadece benim departma-nımda şarj edilebilir. Üç gün içinde işleri biter. Bir ay içinde de istila başlayacak. Denizaltılarını püskürtmeyi başardım; ancak birkaçı sahile ulaşabildi. Fakat Ada İmparatorluğu bu sefer bir donanma kurmaya hazırlanıyor. Depresyon yayıcılarına güvenmiştim; ama artık onları toprağa gömebiliriz. Kısa bir süre duraksadı. “Yani evindesin. Pekâlâ, göreceğiz. Şimdi tam olarak ne yapmayı planlıyorsun?”
Departmana ulaştılar. Devasa giriş kapıları kapalı, taş duvarda açılmış karanlık yarıklara silah mazgalları yeni yeni yerleştirilmişti. Departman savaşa hazır bir kaleyi andırıyordu.
Spor alanında üç kişi vardı. Ağaçların arasında Zef’in sakalı egzotik çiçekler gibi parıldıyordu.
“Bilmiyorum” dedi Maxim. “Bu dünyayı anlayabilen insanların bana söyleyecekleri her şeyi yapmaya hazırım. Eğer gerekirse ekonomi üzerine çalışırım. Yapmak zorunda kalırsam, denizaltıları batırırım. Emin olduğum tek şey şu: Yaşadığım sürece başka bir Merkez’in kurulmasına izin vermeyeceğim. Bunu iyi amaçlara hizmet etmek için düşünseler de…” Strannik sessiz kalmayı seçti. Giriş kapılarına çok yak-laşmışlardı. Zef çalılıkları omuzlayarak yola çıktı. Silahını omzuna asmıştı. Uzakta bile olsa sinirli ve şaşkın olduğu anlaşılıyordu. Şimdiyse bir sürü küfür saydıktan sonra Maxim’den bir açıklama bekleyecekti. Massaraksh, neden Strannik’le ilgili bir sürü palavrayla aklı çelinmiş ve işinden alıkonulup tam iki saat petunyalar arasında parktaki bir heykel gibi dikilmek zorunda bırakılmıştı?
İktidar Mahkumları — Arkadi & Boris Strugatski
İKTİDAR MAHKÛMLARI
ROBINSON CRUSOE
I
II
III
IV
LEJYONER
V
VI
VII
VIII
TERÖRİST
IX
X
XI
XII
MAHKÛM
XIII
XIV
XV
XVI
XVII
DÜNYALI
XVIII
XIX
GİRİŞ
İlk sayfalarda genç Maxim, üzerinde terk edildiği yabancı gezegendeki nehre elini daldırır, su radyoaktif olduğundan, telaşla geri çeker. Konuyu iyi bilen bilim-kurgu okuru şöyle söyleyebilir: “Hadi canım çocuklar, nasıl bilebilirdi ki? Eğer su çıplak elle saptayabileceği kadar yıkıcı ve tehlikeli derecede radyoaktif ise, o aptal elini suya sokmadan önce nasıl bilemedi?”
Ancak okur affeder, halinden memnun ve kendinden emin bir şekilde ilerler çünkü Maxim’in maceraları gerçekten sürükleyicidir. Karşılaştıkları inandırıcı olduğu kadar belirsiz ve beklentilerin ötesinde sürprizlerle dolu. Strugatskiler yine kurgu ustalıklarını gösteriyorlar.
Birkaç yüz sayfa içinde okur, Maxim’in gerçekte ne olduğunu, nehir kenarında gösterdiği beceriyi, hatta daha fazlasını göstermeye kapasitesi olduğunu anlayacaktır. Okur bu keyfi Maxim’in karakterini yavaş yavaş çözümlemeye başladığı sırada dolaylı olarak yaşar. Bu da onu geriye götürür.
Bilinçli olarak ortaya atılan, besbelli mantık dışı olan bu becerinin ilerleyen bölümlerde biraz düzeltilmesi Strugatski romanının tipik özelliğidir. Bu yolla okurun eleştirel yanı kurnazca ve büyük beceriyle provoke edilir. Okurun elindeki yetersiz verilere dayanarak yönelttiği bu eleştiriyi, tabiri caizse önyargılı olarak tanımlayabiliriz. Okur, birçok kez bunu tekrarladıktan sonra çaresizce yazara güvenmek zorunda kalır. Bu durumda okurdan daha fazlasını bekleyen yazar beceriyle okurun kendisine itaat etmesini sağlar.
Strugatski’nin hileleri burada bitmez. Yazar baş döndüren yükseklikte belirsizlikler yaratıp (Maxim’in, biri kadın olan iki mahkumu idam etmeye götürdüğü sahne) okuru şok eden ani dönüşlerle belirsizlikleri sonlandırıyor, daha sonra bambaşka bir noktadan yeni bir başlangıç yaparak (örneğin birkaç gün sonraya, başka bir karaktere atlayarak) keyifle okura uzun süre Maxim’e neler olduğunu anlatmayı reddediyor. Bunu yaptığında ise Maxim’e olan biten tamamen geçmişinin bir parçası haline geliyor ve Maxim tümüyle yeni bir şeylere başlamış oluyor. Eninde sonunda gerçeği gizleyen örtü kalkacak ve yazar okura fark ettirmeden, ona aydınlatıcı fotoğraflar sunacaktır.
Şu değişken bakış açısı meselesine gelince… Herhangi bir yaratıcı yazın profesörü (böyle biri olmadığını düşünenler olsa da) size, sadece bir karakter kafasına okurun girmesine izin verir ve böylece okur sadece o karakterin ne hissettiğini ve düşündüğünü bütünüyle bilebilir. Diğer tüm karakterler ise his ve düşüncelerini sözler yerine hareket ve davranışlarla anlatır. “Joe aniden öfkelendi ve karşısındaki sırıtan yüzü dağıtmanın ne kadar da keyif verici olacağını düşündü.” ya da “Sam öfkeyle bembeyaz kesilip tehditkâr bir tavırla nakış kasnağını kaldırdı” gibi… Strugatskiler’in ise Öğretmenin söylediklerine pek kulak asmadıkları çok açık.
Romanda tekrar tekrar, hepsinin olmasa da, değişik karakterlerin kafalarına giriyoruz. Strugatskiler’in kullandığı hilelerle okur hiçbir beceriksizlikle ya da saçmalıkla karşılaşmıyor.
Tekniklerini ele alırsak, Strugatskiler’in diğer eserlerinde (Özellikle ‘Hard to be God’ ve Uzayda Piknik) olduğu gibi bu eserde de hikâye anlatımında becerikli ve etkileyici olduklarını kanıtlıyorlar. Kurgu, sadece üslûba değil, aynı zamanda konuya da dayandırılmış. Bu da Strugatskiler’in çalışmasının en kışkırtıcı ve dayanılmaz yanı.
Karakter gelişimine gelince… Strugatskiler etkin ve sürekli kurgunun en önemli kuralına sadık kalıyor: Ana karakter anlatıda gelişen olaylara göre değişiyor. Bu yapıtta da bu kuralı bozan bir istisna yok. Ana karakter büyür, kazanır, kaybeder, belki de ölür, ama ne olursa olsun başlangıçta olduğuyla aynı değildir ve bir daha asla öyle olamayacaktır, çünkü o değişmiştir. (Televizyon dizilerinin edebi eserleri kısırlaştırması bu kurala uymayışlarından kaynaklanır. Senaryo ne kadar iyi de yazılsa, ana karakter başından ne geçerse geçsin bir önceki hafta neyse o akşam da aynı kalmıştır.) Maxim şüphesiz bir çeşit süpermen. Öyle ki tüm engelleri eliyle bir kenara itip beklenen, insanüstü yeteneklerini sergiliyor. Tüm bunlara rağmen birkaç gülünç hatası dışında korkunç gaflar da yapıyor. Saflığı sanki insanlığıyla özdeşleştirilmiş. Önce büyük zorluklara yeniliyor. Yenilgisi, birbirini takip eden olaylarda onun masumiyeti ya da sadece cehaleti olarak gösteriliyor. Sonra insanlığı devreye giriyor.
İnsanlığı hiç yenilmiyor. Kimi zaman bir çamur birikintisine yüzüstü düşüyor, kimi zaman bir arkadaşının ölümüne kederleniyor. Tüm benliği hikâye ilerledikçe daha da sağlamlaşıyor. Kendini örs ve çekiç arasına yerleştiriyor. Tüm güçlükler, sert koşullar daha da bilenmesini sağlıyor, kargaşalar onu yıldırmaktansa daha da çekici biri haline getiriyor. Kişiliğinin birçok yönü var, ama şüphecilik kesinlikle bunlardan biri değil.
Öyle ki bürokratlarla bile karşılaşsa onlardan şüphelenmiyor.
Читать дальше