Aklından vahşice şeyler geçti. Dar, mor kadifeler döşenmiş, boğucu, acı acı kokan penceresiz odasını gözünün önüne getirdi. Boş, eski masa ve beş adet yaldızlı sandalyenin etrafında toplanmışlardı. “Ben, katil gözlerle Strannik ve şu kel kafalı kasap Baron… Strannik, Merkez’in yerini bilmeliydi.
Tanrım bunu öğrenmek için belki de kaç kişiyi öldürmüştü.
Ayyaş, palavracı herif! Hısımlarına muhteşem kahramanlıklarıyla ilgili martavallar anlatıyor olmalıydı. Ne hısımlar ama! Devlet Sağlık Departmanı’nın başkanıydı.
Yaratıcılar’ın gözü, kulağı, hatta kılıcı ve kalkanıydı.
Şansölye’nin ona neler dediğini düşünebiliyorum. “Onu dünya üzerinden sil!” ve Strannik yakın mesafeden iki atış yapar.
Baron Strannik’e öfkelenir. “Yine döşemeye sıçrattın!” Sonra da odanın neden kötü koktuğunu tartışırlar. Bense yerde, altını ıslatmış bir şekilde yatar, kendi kendime düşünürüm.
“Bilmek istiyorlar mı, yoksa istemiyorlar mı?” Strannik pis pis sırıtarak, ölü bedenime sanki gerçeği biliyormuşçasına bakar.
Ama hiçbir şey bilmiyor. Neden Merkez’le ilgili sırrı saklamak için bu kadar zahmetler çektiğini şimdi anlıyorum. Zaten yerini biliyor ve Merkez’i ele geçirmek için uygun zamanı bekliyor.
Çok geç, Strannik, çok geç. Ve senin için de çok geç şansölye. Ya sen Baron ve tabii ki Puppet senin üzerine konuşmaya bile değmez.
Perdeleri kenara iterek, alnını soğuk cama dayadı. Korkusunu neredeyse bastırmıştı. Son korku kalıntılarının da üstesinden gelmek için, Mac’in Merkez’deki kontrol odasına dalışını gözünün önüne getirdi.
“Voldyr de bunu yapabilirdi. Kendi özel koruması ve akrabalarından oluşan bir çetesi vardı. Çetesinde kimler yoktu ki, kuzenler, yeğenler, evlat edinilmiş kardeşler, himayesi altındakiler… Bu ayak takımının bildiği tek bir şey vardı. “İlk ateş eden sen ol!” Voldyr gibi birini açıktan açığa suçlamaya cesaret etmek için siz de bir Strannik olmalıydınız. Öyle ki Strannik bu yüzden her gece malikânesinin önünde saldırıya uğruyordu. Arabasına ateş açılmış, şoförü ve sekreteri öldürülmüştü. Derken gizemli bir şekilde çetenin yirmi dört elemanın da hakkından gelmişti. Evet, Voldyr de kontrol odasına girebilir, hatta daha ileri bile gidebilirdi. Ama bir engelle karşılaşacaktı. Depresyon yayıcı onu durdurmuş olacaktı. Kontrol odasında bu aletlerden belki de iki tane vardı. Aslında bir tanesi bile Voldyr’in hakkından gelmeye yeterdi. Kimse bu yayıcıları aşamazdı. Depresyon yayıcılarla karşılaşan bir degen acılar içinde ölebilir, sıradan biri, sadık bir vatandaş ise dizleri üzerine çöküp sessiz sessiz ağlar, ağır depresyonla ezilirdi. Mac, tek başına içeri girip usta ellerini jeneratöre daldırır, yaptığı birkaç ayarlamadan sonra tüm kule ağını kullanarak geniş bir depresyon alanı yaratabilirdi.
Görebiliyorum. Önünde hiçbir engel olmadan radyo stüdyosuna gider, aynı anda tüm frekanslardan kaydedilmiş konuşmasını yayımlardı. Tüm nüfus — Sefiller Diyarı’ndan Khonti sınırına kadar- depresyon tarafından alt edilecek, milyonlarca ahmak dizleri üzerine çöküp gözyaşlarına boğulacak ve derin bir isteksizliğe gömülecekti. Hoparlörler avaz avaz Tüm Güçlü Yaratıcılar’ın cani olduklarını haykıracaktı. İnsanlara Yaratıcılar’ın her birinin ismi, nerede yaşadığını açıklanıp onları öldürmeleri ve tüm ulusu kurtarmaları emredilecekti. Mac Sim, yaşayan tanrı, (İmparatorluk Tahtının yasal varisi ya da büyük diktatör, hangisini seçmeyi arzu ederse) size emrediyor: “Silahlarınızı kuşanın Lejyonerlerim! Silahlarınızı kuşanın askerlerim!
Silahlarınızı kuşanın halkım!” diye haykıracaktı. Teyp dönmeye devam ederken, Mac kontrol odasına dönüp jeneratörlerde yaptığı birkaç ayarlamadan sonra bir uyarıcı alan yaratacaktı. Böylece insanlar, ağızları bir karış açık, söylenen her kelimeyi dikkatle dinleyecek, her bir emri akıllarına kazıyıp sessizce tekrarlayacaklardı. Hoparlörler kükremeye devam ederken, kuleler tam kapasiteyle çalışacak ve tüm bu sahneler bir saat süreyle yinelenecekti. Ardından yayıcıları otuz dakika süreyle coşku pompalamaya ayarlayacak ve böylece yayını sona erdirecekti. “Bana gelince, katlanmam gereken doksan dakikalık dayanılmaz acılardan sonra kendime geldiğimde, Şansölye ve diğerleri dünya üzerinden silinmiş olacak. Geriye sadece Ulu Tanrı Mac ve onun sadık danışmanı, ben, eski başsavcı kalacak.
Ulu Mac’in hükümetinin başına geçmiş olacağım. Böylece güvende olacağım. Mac, faydalı olsun ya da olmasınlar, dostlarını yüzüstü bırakacak biri değildir. Ben ise onun için faydalı bir dost olacağım.” Hayal kurmayı bırakarak masasının başına döndü. Sarı telefona yan yan bakarak, alaycı bir şekilde gülümsedi. Yeşil telefonun ahizesini kaldırarak, Özel Araştırmalar Departmanı başkan yardımcısını aradı.
“Hey? Günaydın. Ben Smart. Nasılsın? Miden nasıl? Güzel, bu iyi. Strannik hâlâ seyahatte mi? Bak onun ofisinden aradılar ve departmana bir göz atmamı söylediler. Hayır, hayır sadece formalite. Zaten yaptığınız işle ilgili en ufak bir fikrim yok. Sadece bir rapor hazırlayacaksın. Bilirsin, teftiş için bazı araştırma sonuçları ve bunun gibi şeyler. Daha önceki gibi olmasın. Herkesin işinin başında olduğundan emin ol. On bir civan geleceğim. Her şeyi ayarla. Tüm dokümanları alıp öğlende oradan ayrılmayı düşünüyorum. Sonra görüşürüz.
Birazdan yayıcılar çalışacak. Evet, biraz acı çekelim. Sana da oluyor, değil mi? Belki de uzun zaman önce bundan korunmanın yollarını keşfetmiş, otoritelerden saklıyorsunuzdur. Sakin ol, sadece şaka yapıyorum.
Hoşçakal.” Telefonu kapatıp saate baktı. 09.45. Yüksek sesle homurdanıp banyoya yöneldi. Kabus yine başlıyordu. Otuz dakikalık dayanılmaz acılar… Bundan kaçmanın ya da korunmanın yolu yoktu. Tanrım, tek istediğiniz şey ölmek olabilirdi. “Ne kadar aşağılayıcı bir durum” diye düşündü.
Strannik’in canını bağışlamaları gerekecekti. Bir şekilde ona ihtiyaçları olacaktı.
Küvet çoktan sıcak suyla dolmuştu. Savcı sabahlığını bir kenara fırlatıp geceliğini giydi ve dilinin altına bir ağrı kesici tablet yerleştirdi. Yaşamının yirmi dörtte biri kesinlikle cehennem azabından ibaretti. Bu, saraya çağrıldığı zamanları eklemezse, tüm yaşamının yüzde dördü demekti. Yakında bu bölümü yaşamından çıkaracaktı ama diğer yüzde dörtlük bölümüne dayanmak zorundaydı. “Şey, bunun da icabına bakarız. Her şey hazır olduğunda, Strannik’i yola getireceğim.” Küvete girerek rahat bir pozisyon aldı, gevşeyerek Strannik’i nasıl yola getireceğini tasarlamaya koyuldu. Bu fazla uzun sürmedi ve tanıdık bir ağrı önce şa-kağına saplandı. Oradan sırtına indi. Tırnaklarını çekmeye başladı. Acıyı her sinirinde ve her hücresinde hissediyordu.
Ağrılar, çılgınca atan kalbinin ritmine uyarak düzenli ve acımasız bir şekilde onu adeta dövüyordu.
Her şey sona erdiğinde, acıdan bitkin düşerek cansız bir şekilde uzandı. Evet, bu şeytanî acıların da telafisi vardı.
Yarım saatlik kabustan sonra onu birkaç dakikalık eşsiz mutluluk bekliyordu.
Küvetten çıkıp aynanın önünde kurulandıktan sonra banyonun kapısını aralayarak uşağından temiz bir havlu aldı.
Giyindi ve işinin başına döndü. Bir bardak ılık süt daha içip bir kase balla karıştırılmış, pişmiş yulaf ezmesi yedi. Bir süre boş boş oturduktan sonra maruz kaldığı büyük işkencenin üstesinden geldi ve asistanına telefon ederek, arabasının hazırlanmasını emretti.
Читать дальше