Yaşlı adamla üç robotunun onları küçük, açık bir alanda beklediğini ancak aradan bir süre geçtikten sonra fark ettiler. Alvin’e ormandaki bir açıklığı anımsatan bu alanda birkaç mobilya, bir masayla üç rahat divan vardı. Bu üç divandan birinin oldukça eski püskü olmasına karşın diğer ikisi öyle bariz bir şekilde yeni, yepyeniydi ki Alvin bunların gelişlerinden hemen önceki son birkaç dakika içinde yaratılmış olduğuna gözleriyle görmüş gibi yemin edebilirdi. Alvin henüz bakarken bile masanın üzerinde sentez alanının tanıdık, kızıl, uyarı pırıltısı yanıp sönmüş, ev sahipleri de elini sessizce bu pırıltıya doğru sallayıp işaret vermişti. Ev sahiplerine resmi bir şekilde teşekkür edip birdenbire beliren yiyeceklerle içecekleri yiyip içmeye başladılar. Alvin iştahla atıştırırken Theon’un taşınır sentezcisinin değişmez ürünlerinden ne kadar bıkmış olduğunu, bu beklenmedik değişikliğin kendisine nasıl bulunmaz bir nimet gibi geldiğini daha iyi anladı.
Bir süre hiç konuşmadan yiyip içtiler. Ev sahiplerine zaman zaman kaçamak bakışlar atmaktaydılar ama başı göğsüne düşmüş olan yaşlı adamın derin düşüncelere dalmış, onları tamamen unutmuş gibi bir hali vardı. Bununla beraber daha iki genç yemeklerini bitirir bitirmez başım kaldırıp sorular sormaya başladı. Alvin Lys’li değil de Diaspar’lı olduğunu açıkladığı zaman da pek öyle şaşırmış görünmedi. Theon sorulan yanıtlamak için elinden geleni yapmaktaydı. Ev sahipleri iyi ki ziyaretçilerden hoşlanmıyor, dış dünyaya karşı hiç mi hiç ilgi duymuyordu. Bir de ilgi duysaydı neler soracaktı acaba? Alvin ev sahiplerinin sorularını nasıl heyecanla sorup yanıtlarım nasıl heyecanla beklediğine bakınca daha önceki tavrının bir pozdan başka bir şey olmadığına karar verdi.
Ev sahipleri susunca iki genç taşı bile çatlatacak bir sabırla beklemeye başladılar. Yaşlı adam gençlere ne kendisi ne de Shalmirane’da ne yaptığı hakkında hiçbir şey söylememişti. İki genci Shalmirane’a çekmiş olan ışıklı işareti örten esrar perdesi de hâlâ kalkmamıştı ama bu konuda hemen bir açıklama istemeyi de nedense dilemekteydiler. Böylece gergin bir sessizlik içinde oturup gözlerini bu şaşırtıcı odanın ötesinde berisinde gezdirmekte, bunu yaparken de her seferinde yeni, beklenmedik bir şey görmekteydiler.
Yaşlı adamı daldığı düşten sonunda Alvin uyandırdı.
— Birazdan gitmemiz gerek!
Bir bildiriden ziyade bir imaydı bu. Buruş buruş yüz Alvin’e doğru döndü ama gözler hâlâ çok uzaklardaydı. Sonra titrek, yorgun, yaşlı, çok yaşlı ses duyuldu. Bu ses öylesine sakin, öylesine pes perdedendi ki ancak duyulabilmekteydi. Bunu bir süre sonra yaşlı adamda anlamış olmalıydı ki üç robot birden sesini tekrardan yansıtmaya başladılar.
Söylediklerinin çoğunu anlamıyorlardı. Bazen anlamını bilmedikleri, onlara bilmece gibi gelen sözcükler kullanıyor, bazen de sanki başkalarının çok uzun zaman önce yazmış olduğu metinleri veya cümleleri tekrarlıyormuş gibi konuşuyordu. Bununla beraber öykünün ana hatları rahatça anlaşılıyor, bunlar da Alvin’in düşüncelerini geriye, çocukluğundan beri düşlemiş olduğu çağlara döndürüyordu.
Diğer birçok öykü gibi bu öykü de İstilacıların gitmiş olduğu ama dünyanın hâlâ yaralarını sarmakla meşgul olduğu asırların kaosu; bir çağdan diğerine geçiş asırlarının kaosu ortasında başlamaktaydı. Bu kaosun göbeğinde Lys’te daha sonraları Üstat adıyla çağrılacak olan insan ortaya çıkmıştı. Ustada üç garip robot refakat etmekteydi. Şimdi karşılarında duran ve kendilerine ait belli bir zekâları olan bu robotlar Üstadın hizmetini görmekteydiler. Üstad aslını hiçbir zaman açıklamadığı ve çok, çok uzaklardaki yıldızların arasında savaş dalgalarının henüz ulaşmamış olduğu insanlık adacıkları hâlâ bulunabileceği için, sonunda Üstadın uzaydan geldiğine ve istilacıların barikatı arasından her nasılsa geçebilmiş olduğuna inanılmıştı.
Üstad’la robotları dünyanın yitirmiş olduğu güçlere sahiptiler. Üstad çevresinde bir grup insan toplayıp bu insanlara büyük feyiz vermişti. Üstadın çok çarpıcı bir kişiliği olmuş olmalıydı. Alvin pek çok kişiyi Üstadın yanına çekmiş olan cazibeyi sönük bir şekilde olsa bile şimdi dahi algılayabilmekteydi. Kaos yıllarından sonra ruh barışı, huzur arayan binlerce insan can çekişen kentlerinden çıkıp Lys’e, Üstadın yanına gelmiş ve aradıkları huzuru en sonunda burada, bu dağlarla ormanların arasında, Üstadın sözlerinde bulmuşlardı.
Uzun yaşamının sonunda Üstad dostlarından kendisini yıldızları görebilmesi için dışarıya, açık havaya çıkarmalarım istemiş, gücünün gitgide tükenmesine rağmen de hem Yedi Güneşlerin ışığı son kertesine yükselinceye kadar dayanmış, hem de aslını örten esrar perdesini kaldırmamakta o kadar uzun zamandır gösterdiği kararlılıktan da artık vazgeçmiş gibi görünüp bir sürü anlaşılmaz, hemen hemen saçma sapan şey söylemiş, bunlar da daha sonraki yıllarda sayısız kitabın yazılmasına neden olmuştu. Üstad son nefesini verirken ısrarla, tekrar tekrar, dünyadan ayrılmış ama bir gün muhakkak geri dönecek olan Büyüklerden bahsetmiş ve çömezlerinden Büyükleri döndükleri zaman karşılayıp selamlarım istemiş, bunlar anlaşılabilen son sözleri olmuştu.
Bundan sonra Üstad bilincini tamamen yitirmiş ama son nefesini vermeden hemen önce sırrının hiç olmazsa bir kısmım açıklayan ve duyanların tümünün bir daha asla unutmayıp asırlardan asırlara, kuşaklardan kuşaklara aynen aktardıkları bir şey söylemişti:
«Ebedi ışık gezegenlerinin üzerindeki rengârenk gölgeleri seyretmek ne zevkine doyum olmaz bir şey.»
Büyüklerin kültü, çünkü artık bir külttü bu, bu şekilde vücut bulmuştu. Üstadın ölümünden soma çömezlerinden çoğu dağılmış, ama bir kısmı eğitimine sadık kalıp öğrettiklerini çağlar boyunca yavaş yavaş ama özenle, büyük bir özenle düzenlemişlerdi. Bunlar başlangıçta Büyüklerin, her kimseler, yakında Yer Yuvarlağına döneceğini umut etmişlerdi ama bu umut asırlar geçtikçe gitgide sönmüştü. Bununla beraber cemiyetleri yine de çökmeyip yeni üyeler edinmiş ve gücüyle etkinliği yavaş yavaş artıp sonunda Güney Lys’in tümüne egemen olmuştu.
Alvin bu öykünün ayrıntılarını izlemekte çok güçlük çekmekteydi. Yaşlı adam sözcükleri çok garip bir şekilde kullandığı için neyin gerçek, tabii eğer bu öykünün gerçekle herhangi bir ilgisi varsa, neyin gerçek dışı olduğunu çıkaramamaktaydı. Gözlerinin önünde sisli, bulanık bir şekilde canlandırabildiği tek şey, ne olduğunu bilmedikleri bir olayın, büyük bir olayın, gelecekte bilinmeyen bir tarihte vukuunu bekleyen bir ham sofular, kuşaktan kuşağa çoğalan bir ham sofular topluluğuydu.
Büyükler hiçbir zaman geri dönmemişti. Atılımın gücü zamanla zayıflamış, Lys halkı da bu atılımın taraftarlarını dağlara sürüp sonunda Shalmirane’a sığınmaya mecbur bırakmıştı ama sofular inançlarını o zaman bile yitirmeyip bekleyiş ne kadar uzun sürerse sürsün yine de bekleyeceklerine, Büyükleri yine de karşılayıp yine de selamlayacaklarına yemin etmişlerdi. İnsanoğlu zamana meydan okumanın yolunu çağlar önce öğrenmiş ve diğer birçok bilgiyi kaybettiği halde bu bilgiyi yitirmemişti. İçlerinden birkaçını Büyükleri beklemeleri için Shalmirane’ da gözcü bıraktıktan sonra geri kalanlar kendilerini döndürtüp düşsüz bir uykuya dalmışlardı.
Читать дальше