Theon Alvin’e döndü:
— Öğlen olduğunda geri dönmemiz gerek. Bu bakımdan burada çok kalmamalıyız. Ayrılırsak zaman kazanırız. Sen bu tarafı araştırırken ben de doğu tarafını tarayayım. İlginç bir şey bulursan seslen ama çok uzaklaşma.
Alvin molozlara tırmanmaya başladı. En büyük kaya kitlelerine tırmanmak yerine çevrelerini dolanmaktaydı. Anfiteatrın merkezine az bir şey kala birdenbire otuz, kırk metre çapında küçük, yuvarlak bir açıklıkla burun buruna geldi. Bu açıklık bir zamanlar yabani otlarla kaplanmıştı ama bu otlar daha sonra muazzam ısıdan ötürü kömürleşip karardıkları için şimdi Alvin bastıkça küle dönüşmekteydiler. Açıklığın ortasında üç ayaklı bir sehpa bu sehpanın üzerinde de cilalı madenden bir çanak, küçük ölçekte bir Shalmirane’a benzeyen bir çanak durmaktaydı. Derinliğine ve yüksekliğine hareket edebilen bu çanağın ortasında sarmal, şeffaf bir madde bulunmaktaydı. Yansıtıcının altında yansıtıcıya kaynakla sımsıkı tutturulmuş siyah bir kutu vardı ve bu kutudan çıkan ince bir kablo yerde yılan gibi uzanıp gitmekteydi.
Işığın kaynağının bu aygıt olması gerektiği açıktı. Kabloyu izlemeye başladı, ikide bir yarıklara dalıp sonra da hiç beklenmedik yerlerde ortaya çıkmak gibi garip bir alışkanlığı olan ince kabloyu izlemek pek kolay bir iş değildi. Sonunda kabloyu büsbütün gözden kaybedince yardıma gelmesi için Theon’a seslendi.
Bir gölge ışığı birdenbire kestiğinde, başının üzerinde sarkan bir kaya kitlesinin altından sürünerek ilerlemekteydi. Bunun arkadaşının gölgesi olduğunu sanan Alvin mağaradan çıkıp konuşmak için bu gölgeye doğru döndü ama daha döner dönmez de sözcükler dudaklarında donup kaldı.
Karşısında büyük, siyah bir göz dikilmekteydi. Havada dikilen bu büyük siyah göz daha küçük bir gözler uydusuyla çevriliydi. Alvin bu ilk şoku atlattıktan sonra karmaşık bir aygıta bakmakta olduğunu, bu karmaşık aygıtın da kendisini incelemekte olduğunu anladı.
Asap bozucu sessizliği Alvin bozdu. Yaşamı boyunca makinelere emirler vermeye alışmıştı. Bu yaratığa benzer bir şeyle şimdiye dek uzaktan veya yakından karşılaşmamıştı ama eninde sonunda bu da zeka sahibi bir aygıt olmalı, itaate alışık olmalıydı. Deneme mahiyetinde emretti:
— Bakma!
Gözler eskisi gibi bakmaya devam etmekteydi. Makine tınmamıştı bile.
— Git, gel, yüksel, alçal, ilerle!
Bu bilinen emirlerden hiçbirinin en ufak bir etkisi bile görülmedi. Makine bu emirlerden hiçbirine uymayıp hareketsiz kalmaya, üstüne üstlük de küçük gören bir tavırla kendisini süzmeye devam etmekteydi.
Sinirleri bozulan Alvin öne doğru bir adım atınca makine biraz aceleyle geriledi. Geriledi ama görme açısı herhalde biraz kısıtlı olduğundan bu sefer de birdenbire Theon’a, son bir dakikadan beri ilgiyle kendisini izleyen Theon’a çarpıp zıngadak durdu. Hemen ardından da İnsanoğluna, tamamen İnsanoğluna özgü bir korku nidası çıkarıp, küt, silindir şeklindeki vücudundan çıkan eklemli organlar yığınıyla tentakül dizilerini açığa vurarak yirmi metre havaya sıçradı.
Makinenin çarpmasından ötürü göğsünde bir çürük belirmiş olan Theon bir yandan bu çürüğü oğuştururken bir yandan da seslendi:
— Aşağı in. Sana bir kötülük yapmayacağız!
Bir ses duyuldu. Bu bir makinenin duygusuz, kristal gibi berrak sesi değildi. Çok yaşlı, çok yorgun bir insanın titrek sesiydi:
— Kimsiniz? Shalmirane’da ne işiniz var?
— Benim adım Theon. Bu da arkadaşım Alvin Loronei. Güney Lys’i araştırıyoruz.
Kısa bir sessizlik oldu. Makine tekrar konuşmaya başladığında sesi bu kez en vurdumduymaz bir kimsenin bile anlamamasına imkân olmayan bir can sıkıntısı tonu taşımaktaydı.
— Niçin rahat bırakmıyorsunuz beni? Bu beni rahatsız etmemenizi kaçıncı söyleyişim.
Genellikle uysal, güler yüzlü olan Theon bile bu sözler karşısında hindi gibi kabarmaktan kendini alamadı.
— Biz Airlee’liyiz. Shalmirane hakkında da hiçbir şey bilmiyoruz.
Alvin de serzeniş dolu bir tavırla ekledi:
— Ayrıca ışığınızı da gördük ve belki de yardım istediğinizi düşündük.
Buz gibi soğuk makineden böylesine insana özgü bir iç çekiş duyulması garipti.
— Belki bir milyon kez işaret verdim şimdiye dek. Karşılığında tek elde ettiğim de Lys’in tüm yersiz meraklılarının başıma üşüşmesi oldu. Ama sizin kötülük etmek niyetinde olmadığınızı görüyorum. Beni izleyin.
Makine devrik kaya kitlelerinin üzerinden ağır ağır ilerleyip anfiteatrın yıkık duvarındaki karanlık bir deliğin önünde durdu. Mağaranın karanlığında bir şey kımıldayıp, bir insan dışarı, güneş ışığına çıktı. Bu Alvin’in şimdiye dek gördüğü ilk ihtiyardı. Bu ihtiyarın başı bir yumurta gibi dazlaktı ama yüzünün alt tarafı, şakaklarından çenesinin altına dek uzun, kaba, bembeyaz kıllarla kaplıydı. Cam elyafından bir harmaniyeyi gelişigüzel bir şekilde omuzlarına atmış olan bu ihtiyarın her iki yanında, omuzlarının biraz üstünde, o garip, çok gözlü makinelerden biri durmaktaydı.
TARAFLAR bir süre sessizce birbirlerine baktıktan sonra yaşlı adam konuşmaya ve makinelerin üçü de konuşmasını bir süre yansıttıktan sonra bir şey üçünün de sesini kesti.
— Demek kuzeyden geliyorsunuz ve kuzeyliler Shalmirane’ı daha şimdiden unuttular bile.
Theon süratle cevap verdi.
— Hayır, unutmadık. Ama burada hâlâ birisinin yaşayıp yaşamadığından kuşkuluyduk. Rahatsız edilmek istemediğinize gelince bunu hiç mi hiç bilmiyorduk.
Yaşlı adam cevap vermedi. Arkasında makineler, daha doğrusu robotlar, izlemesi üzücü bir ağır aksaklıkla, topallayarak ilerleyerek deliğe girip gözden kayboldu.
Alvin’le Theon şaşkınlıkla bakıştılar. Gerçi ihtiyarın peşinden gitmeyi arzu etmemekteydiler ama yüzgeri edilişleri, eğer bu bir yüzgeri çevrilişse, pek ani, pek beklenmedik olmuştu. Bu konuyu aralarında henüz görüşmeye başlamışlardı ki robotlardan biri tekrar belirip emretti.
— Ne bekliyorsunuz? Gelin!
Robot bu emri verdikten sonra tekrar sırra kadem basınca Alvin omuzlarını silkti:
— Resmen davet edildik işte! Ev sahibimiz biraz garip ama zararsız bir kimse gibi görünüyor.
Duvardaki delikten geçince bir merdivenle karşılaştılar. Bu geniş, sarmal, yirmi metre boyunda merdiveni çıkınca küçük, yuvarlak bir odaya girdiler. Bu odanın merkezindeki bir sürü geçit bir yıldız gibi dört yana doğru yayılmaktaydı ama biri dışında bu geçitlerin tümünün de girişleri yıkıntılarla tıkanmış olduğundan izleyecekleri yol konusunda yanılmaları olasılığı yoktu. Tek ağzı açık geçitte birkaç metre ilerledikten sonra bu kez geniş bir odaya girdiler. Ağzına kadar çeşitli, değişik nesnelerle dolu olan bu oda inanılmaz derecede karışıktı. Odanın öbür ucunda insanın normal olarak göz önünde bırakılmayıp da duvarların içine gizlenmiş olmasını beklediği sentezciler, çöp öğütücüler, temizleyiciler, yıkayıcılar vesaire gibi ev aletleri durmaktaydı. Bu aletlerin yanında da düşünce bantları, çeviriciler, ses kaydediciler yığılmakta, bunların oluşturduğu üçgenler neredeyse tavana değmekteydi. Döşemedeki bir düzine ısı küresi nedeniyle oda rahatsız edici derecede sıcaktı. Bu maden kürelerin yaydığı ısının cazibesine kapılan Krift zevkten ağzı kulaklarına vararak hemen bu kürelerin en yakın olanına doğru uçup önünde kanatlarını ardına kadar açtı ve açar açmaz da uyuya kaldı.
Читать дальше