Aralarındaki yaş farkına, asırlarca yaş farkına rağmen gencin iradesi kendi iradesinden daima daha güçlü olmuş, onu daima bastırmıştı. Öyle ki bu konuda bir şey yapmak için artık çok geçti. Rorden kendini artık tamamen olayların rüzgârına, kontrol etmesine hiçbir şekilde imkân olmayan olayların rüzgârına kaptırmıştı ve artık bu rüzgârlar kendisini nereye sürüklerse oraya sürüklenecek, nereye atarsa oraya çıkacak, nerede bırakırsa orada kalacaktı.
Alvin Theon’a dönüp sordu:
— Sadece iki üç günlüğüne gittiğimize göre bütün bunları da yanımızda taşımamız şart mı? Üstelik beraberimizde bir sentezci de götürürken?
Theon küçük bir yer arabasına son yiyecek kaplarını yüklemekteydi:
— Bu sana garip gelebilir ama biz en çok sevdiğimiz ürünleri hiçbir zaman sentetize etmeyiz. Filizlenmelerini, boy atmalarını seyretmeyi sevdiğimiz için hiçbir zaman sentetize etmeyiz. Bizde hemen hemen her yörenin kendine özgü ürünleri vardır ve Airlee de şeftalileriyle ün salmıştır. Ayrıca bizde ikram da çok eski bir adettir ve gideceğimiz yerde başkalarına da rastlayabilir, onlara da ikramda bulunabiliriz. Senin anlayacağın, yanıma bu kadar çok şeftali almamın asıl nedeni bu ikram âdeti. Yoksa dipsiz ambar olsan da, patlayana kadar tıkınsan da sen bu şeftalileri yine de bitiremezsin.
Alvin yansına kadar yemiş olduğu şeftaliyi Theon’un başına doğru fırlatınca Theon yana çekilip savuşturdu ve şeftali yere düştü. Daha düşer düşmez de görünmeyen kanatlardan çıkan hafif bir uğultu duyulup gökkuşağının tüm renklerini taşıyan bir böcek, Krift belirdi ve şeftalinin üzerine konup özsuyunu emmeye başladı.
Alvin Krifte tamamen alışamamıştı henüz. Çağrıldığı zaman gelmesine ve bazen basit emirleri yerine getirmesine rağmen bu büyük böcekte beyin namına hiçbir şey olmaması ona hâlâ zor gelmekteydi. Çünkü yaşam Alvin için daima zekânın eşdeğeri olmuş, bazen İnsanoğlununkinden de çok daha yüksek zekânın ta kendisi olagelmişti.
Krift dinlenirken kanatlarını katlayıp vücuduna yapıştırıyor, vücudu, üzerine elmaslar, zümrütler kakılmış bir asa gibi parıldıyordu, gökkuşağının tüm renkleriyle yanıp sönüyordu. Krift dünyanın şimdiye dek görmüş olduğu böceklerin en renklisi, en güzeliydi, insanoğlunun kendisine arkadaşlık etmesi için seçmiş olduğu tüm yaratıkların sonuncusu, belki de en sonuncusuydu.
Krift, Lys’te karşılaştığı sürprizlerin ne ilki ne de sonuncusuydu. Bu sürprizlerden biri de Lys’in hiç göze çarpmayan ama son derece etkin ulaşım sistemiydi.
Görünüşe göre yer arabası onu Diaspar’dan getirmiş olan aracın özelliklerini taşımaktaydı. Çünkü o da çimenlerin birkaç santim üzerinde havada durmaktaydı ve altında da ray yoktu. Theon ona yer arabalarının ancak önceden belirlenmiş yollarda gidebileceğini söylemişti. Nüfusun yoğun olduğu tüm merkezler birbirlerine bu arabalarla bağlanmıştı. Ülkenin daha uzak bölgelerineyse yürünerek gidilebilmekteydi. Bu ulaşım sistemi, özellikle yürümek Alvin’e ne kadar garip geliyorsa Theon’a da o kadar normal, hatta fevkalâde geliyordu.
Görünüşe bakılırsa Theon bu yolculuğu uzun süreden beri planlamaktaydı. Theon’u en fazla çeken dal doğabilim; evinde el bebek gül bebek baktığı birçok hayvanın en gösterişlisi de Krift’ti ve Theon şimdi Lys’in insan ayağı değmemiş güney taraflarına yapacağı bu yolculukta yeni böcek türleri bulmayı ummaktaydı.
Ailee’den güneye doğru bir saatten biraz daha fazla çeken yolu yer arabasıyla, bundan somaki yolu da yürüyerek alacaklardı ve Alvin yürümenin, hele hele sırtında ağır bir yükle yürümenin ne çetin bir sınav olacağım düşünemediği için bu plana hiç karşı çıkmamıştı.
Lys boyunca yaptıkları bu yolculuk Alvin’e bir düş gibi gelmekteydi. Bir hayalet gibi sessiz olan yer arabası dalgalı ovaların üzerinden, sık ormanların arasından kayar gibi, görünmeyen yolundan bir santim bile şaşmadan ilerliyordu. Yer arabası rahat bir yürüyüşle yol alan bir insanın on, oniki misli kadar bir hız, Lys sakinlerinden hiçbirisinin daha fazlasına iltifat etmediği bir sürat yapmaktaydı.
Birçok kere bazıları Airlee’den daha büyük ama çoğu Airlee’yi andıran kasabalardan geçtiler. Bu kasabaların sakinlerinin giyim kuşamlarıyla hatta dış görünüşlerinde bile çok hafif ama manalı farklar görmek Alvin’in oldukça ilgisini uyandırdı. Lys uygarlığının yüzlerce değişik kültürden oluştuğu ve bu kültürlerin her birinin de ortak uygarlığa ayn, kendine özgü bir katkıda bulunduğu açıktı.
Theon yolda bir iki kere durup arkadaşlarıyla konuştu ama fazla oyalanmadığı için küçük yer arabası sonunda sık ağaçlı bir dağın eteklerinde durduğu zaman hâlâ sabahtı. Bu çok büyük bir dağ olmamakla beraber yine de Alvin’in şimdiye dek gördüğü en muazzam şeydi.
Theon bir yandan yükleri indirirken bir yandan da neşeyle konuşmaktaydı.
— Yer arabası daha uzağa gidemez. Buradan itibaren yürüyeceğiz.
Kendisine bir yük hayvanı havası veren koşumları omuzlarından aşağıya geçirmekte, tokalamakta olan Alvin bu sözleri duyunca durup kuşkuyla karşılarındaki yalçın, yüksek kaya kitlesine baktı.
— Bu kayaların çevresini dolanmamız epey sürer değil mi?
— Kayaların çevresini dolanmayacağız. Kayalara tırmanacağız. Doruğa gece basmadan önce varmak istiyorum.
Alvin’in korktuğu da buydu zaten. Hiçbir şey söylemedi…
Çağlayanın uğultusundan ötürü Theon şimdi avazı çıktığı kadar bağırarak konuşmaktaydı.
— Buradan tüm Lys’i görebilirsin.
Kuzeyde göz alabildiğine ormanlar, yer yer açıklıklarla çayırların görüldüğü, yüzlerce çayın aktığı ormanlar uzanmaktaydı. Bu geniş manzaranın bir yerinde şimdi görülmeyen Airlee kasabası gizlenmekteydi. Alvin bir ara büyük gölü de bir an için şöyle bir görüp kaybetmiş olduğunu sandıktan sonra, bunun bir göz aldanmasından başka bir şey olmadığına karar verdi. Daha uzak kuzeydeki ağaçlarla açıklıklar alacalı bulacalı, şurasında burasında tepelerin yükseldiği bir yeşillik örtüsünün altında kaybolmaktaydı. Bu yeşillik örtüsünün de ötesinde, görüş alanının en sonunda dağlar, Lys’i çölden koruyan dağlar bulutlar gibi, uzak bir bulut zinciri gibi uzanmaktaydı.
Doğuyla batıdaki manzara kuzeydekinden çok farklıydı ama güneyde dağlar ancak birkaç mil ötedeymiş gibi görünmekteydiler. Bu dağları çok net bir şekilde görebilen Alvin bu dağların üzerinde durdukları doruktan çok daha yüksek olduklarını anladı.
Alvin’i asıl büyüleyen çağlayan oldu. Dağın sarp yüzeyinden çıkan çağlayan bir kuşak gibi vadinin üzerine sıçrarken boşlukta kavislenip bir mil altındaki kayaların üzerine düşüyor, bu kayaların üzerinde parçalanıp serpintilere ayrılıyor, pırıl pırıl bir sise dönüşüyordu. Bu sisin üzerinde de Yer Yuvarlağının son gökkuşağı, Yer Yuvarlağın da kalan son gökkuşağının renkleri titreşirken gürleyişi, dağların sarp yamaçlarına çarpan, yalçın kayalıklarında yankılanan uğultusu, uçurumlardan doruklara doğru yükseliyor, tüm sesleri bastırıyordu.
İki genç kayaların üzerindeki çıkıntıya uzanıp uzun süre bu son çağlayanı, bu son çağlayanla ilerisindeki bilinmeyen toprakları seyrettiler. Tarifi mümkün olmayan bir şekilde boş, ıssız gibi görünen, İnsanoğlunun asırlardan beri ayak basmamış, asırlardan beri üzerinde yaşamamış olduğu bu topraklar arkalarında bırakmış oldukları topraklardan çok farklıydı.
Читать дальше