Seranis’ten biraz korktuğunu hisseden Alvin yardım aramak için kılavuzuna döndü ama Gerane çoktan ortadan yok olmuştu. Ne yapacağını bilemeyen Alvin tekrar diğerlerine dönünce Seranis gülümsedi ve bu gülümseyiş
Alvin’in içini ısıtıp duyduğu korkuyu güneş görmüş kar gibi eritti, yok etti.
— Lys’e hoş geldiniz. Ben Seranis’im. Bu da birgün yerimi alacak olan oğlum Theon. Size gelince Diaspar’dan şimdiye dek gelmiş en genç kimsesiniz. Ama daha önce yolu nasıl olup da bulduğunuzu anlatın bana.
Alvin önceleri duraksayarak, sonra da gitgide artan bir güvenceyle öyküsüne başladı. Lys Alvin’e ne kadar garip geliyorsa Diaspar da Theon’a o kadar tuhaf geldiğinden Alvin’i can kulağıyla, söylediklerinin kelimesini bile kaçırmadan dinlemekteydi. Seranis’e gelince, Diaspar’la ilgili her şeyi en az Alvin kadar iyi bildiği, bazı şeyleri ise Alvin’den de iyi bildiği açıktı ve bir iki kere bunu fazlasıyla belirten sorular sordu.
Alvin sözlerini bitirince Seranis sakin bir tavırla bir soru daha sordu.
— Lys’e niçin geldiniz?
— Dünyayı görmek istiyordum. Herkes Diaspar’ın dışında çölden başka bir şey olmadığını söylüyordu ama ben durumu kendi gözlerimle görmek istiyordum.
Seranis tekrar konuşmaya başladığında gözlerinde sıcak bir dostluğun yanı sıra derin bir hüzün okunmaktaydı.
— Bundan başka bir neden yok muydu?
Alvin bu soruyu yanıtladığı, bir süre duraksadıktan sonra yanıtladığı zaman konuşan, ağır ağır konuşan artık araştırıcı Alvin değil de, çocukluktan henüz çıkmış olan Alvin’di.
— Hayır, tek neden bu değildi. Yalnızdım. Çok yalnızdım. Ama tek nedenin bu olmadığını, yolculuğumun bir nedeninin de duyduğum yalnızlık olduğunu ancak şimdi anladım.
— Yalnız? Çok yalnız? Hem de Diaspar’da?
— Evet. Diaspar’da yedi bin yıldan beri doğmuş tek çocuğum ben.
O şahane gözler hâlâ üzerine dikiliydi ve Alvin bu büyüleyici gözlerin derinliklerine bakınca birden Seranis’in aklından geçenleri okuyabildiği gibi bir duyguya kapıldı. Seranis’in yüzünden daha bunu aklından geçirirken bile haliyle eğlenen bir ifadenin gelip geçtiğini görünce de yanılmadığına, haklı olduğuna bu sefer kesinkes emin oldu. Yazık, çok yazıktı. Bir zamanlar insanlar da, makineler de böyle bir yeteneğe sahiptiler ve makineler efendilerinin emirlerini hâlâ okuyabilmekteydiler ama Diasparlılar köleleri makineleri donatmış oldukları bu yeteneği ne yazık ki yitirmişlerdi artık.
Daldığı düşüncelerden Seranis’in sesiyle uyandı.
— Eğer aradığınız yaşamsa araştırmanız bitti. Dağlarımızın ötesinde Diaspar’la çölden başka bir şey yok çünkü.
Yerleşmiş inançlardan şimdiye dek hep kuşkulanıp bu inançları şimdiye dek hep kurcalamış olan Alvin’in şimdi Seranis’in söylediklerinden hiç şüphe etmeyip bu sözleri gerçeğin ta kendisi kabul etmesi garipti. Kendisine şimdiye tek tüm öğretilenlerin bu denli doğru çıkması karşısında gösterdiği tek tepkinin hüzün olmasıysa bundan daha da garipti.
— Bizimle ilgili her şeyi bildiğiniz halde neden bizimle ilişki kurmadınız? Bunca zaman neden ilişki kurmadınız, aramadınız?
Seranis gülümsedi:
— Bu birkaç sözcükle yanıtlanabilecek kadar kolay bir soru değil ama elimden geleni yapacağım.
Siz tüm yaşamınızı Diaspar’da geçirdiğiniz için sonunda insanı bir kent faresi sanmaya başladınız ama makineler bize tam bir hürriyet verdiğinden beri iki değişik tür uygarlık arasında daima bir rekabet süregeldiği için bu doğru değil. İlk çağlarda binlerce kent olmasına rağmen insanlığın büyük bir kısmı yine de bu bizimkine benzeyen kasabalarda yaşamayı yeğlediği için doğru değil.
Gerçi elimizde Lys’in kuruluşuyla ilgili bir kayıt yok ama uzak atalarımızın kent yaşamından nefret ettiklerini, kentlerden kaçtıklarını biliyoruz. Süratli, evrensel taşıt araçlarına rağmen atalarımız kendilerini bu nedenle kentlerin dışında tutup bağımsız, insanlığın şimdiye dek görmüş olduğu en üstün uygarlıklardan birisini geliştirdiler.
Her uygarlık kendi yolunda ilerlediğinden Lys’le diğer kentler arasındaki uçurum çağlar geçtikçe büyüdü. Bu uçurumun üzerine ancak büyük kriz anlarında bir köprü atılıyordu. Geçici bir köprü. Ay düşerken tahribinin Lys’li bilim adamları tarafından planlanıp yürütüldüğünü biliyoruz. Yer yüzeyinin İstilacılara karşı savunulmasında da, İstilacılara karşı verdiğimiz Shalmirane savaşında da yine aynı şey oldu ve Lys’le diğer kentlerin arasında geçici bir köprü kuruldu.
Shalmirane savaşı, bu ateşten gömlek, bu çetin sınav insanlığı tamamen tüketti. Kentler bir bir ölüp, bir bir çölün kumları altında kalmaya başladı. Nüfus gitgide azalırken göç, sonunda Diaspar’ı en son, en büyük kent yapacak olan büyük göç başladı.
Bu değişikliklerin çoğu bize dokunmayıp yanımızdan geçtiği için bizi etkilemedi ama bizim de kendi savaşımız, çöle karşı vereceğimiz savaş vardı. Dağların oluşturduğu doğal engel yeterli olmadığından vatanımızı kurtarmak için verdiğimiz bu savaş binlerce yıl sürdü ama sonunda kazandık. Okyanuslar yok olmadığı, hâlâ orada, Yer Yuvarlağı kabuğunun millerce altında durduğu için şimdi Lys’in çok altında bize dünya durdukça yetecek suyla bu suyu dünya döndükçe verecek makineler var.
Tarihimiz kısaca bu. Diğer kentlerin halkının kasabamıza çok sık gelmesine karşın bizim bu kentlere, hem de daha ilk çağlardan itibaren, çok ender gittiğimizi, hatta hemen hemen hiç gitmediğimizi gereceksiniz. En büyük adamlarımızdan çoğu kentlerden gelip yerleştiği için biz kentlilerin gelişine hiçbir zaman engel olmadık ama kentler ölmeye başladığı zaman çöküşlerinin bize de sıçramasını, bizi de yozlaştırmasını istemedik. Hava ulaşımı sona erdikten sonra geriye zaten bir tek yol, Diaspar’la Lys’lar arasında yol, toprağın altındaki yol kalmıştı ve bu yolu da dört yüz milyon yıl önce karşılıklı anlaşmayla kapadık. Ama biz Diaspar’ı hep hatırladığımız halde sizin Lys’i niçin unuttuğunuzu, hem de tamamen unuttuğunuzu doğrusu ya anlayamıyorum.
Seranis biraz ekşi bir yüzle gülümsedikten sonra devam etti:
— Doğrusunu söylemek gerekirse Diaspar bizi şaşırttı. Onun da diğer kentlerin tuttuğu yolu tutmasını, çökmesini, ölmesini bekliyorduk ama Diaspar tam tersine sağlam, yıkılmaz, dünya durdukça ayakta kalabilecek bir uygarlığa erişti. Bunun bizim hayranlık duymadığımız bir uygarlık olmasına rağmen bu uygarlıktan kaçıp kurtulmayı dileyenlerin bunu başarmalarından, kurtulmalarından, bize sığınmalarından hep memnuniyet duyduk. Diaspar’la Lys arasındaki yolculuğu şimdiye dek düşünebileceğinizden çok daha fazla kimse yapıp kurtuldu ve bunların hemen hepsi de çok değerli insanlardı çünkü.
Alvin, Seranis’in söylediklerinden nasıl olup da bu derece emin olabileceğini merak etti. Bu güvenin yanı sıra, Diaspar’a karşı takındığı tavrı da beğenmemişti. Gerçi bu sözcük tamamen yersiz değildi ama Alvin’in yolculuğuna yine de kaçış adı verilemezdi.
Bir yerde bir çan çaldı. Peşpeşe altı kere çaldı ve altıncı çalışının uğultusu sakin, durgun havada ağır ağır dinerken Alvin güneşin iyice alçalmış olduğunu, doğu ufkunun hafiften kararmaya başlamış olduğunu gördü.
— Diaspar’a dönmem gerek. Rorden beni bekliyor.
SERANİS, Alvin’e bir süre düşünceli düşünceli baktıktan sonra ayağa kalktı:
Читать дальше