Soma şu son birkaç yıl esnasında hep olduğu gibi düşünceleri bir kere daha Lys’e yöneldi. Lys’in hâlâ var olup olmadığını, daha doğrusu var olup olamayacağını etraflıca düşündükten soma var olması gerektiğinde, aksi takdirde bu aracın kendisini oraya götürmeyeceğinde karar kıldı. Ama nasıl bir kentle karşılaşacaktı acaba? Hayal gücünü bu konu üzerinde ne kadar zorlarsa zorlasın gözlerinin önünde yine de daha küçük bir Diaspar’dan, Diaspar’ın daha küçük bir kopyasından başka bir şey canlandıramamaktaydı.
Aracın titreşimi birdenbire açıkça hissedilir bir şekilde değişti. Araç yavaşlamaktaydı. Buna kuşku yoktu. Zaman sandığından daha hızlı geçmiş olmalıydı. Biraz şaşıran Alvin tekrar göstergeye baktı.
LYS
YİRMİÜÇ DAKİKA
Bu kez iyice şaşırıp yavaş yavaş tasalanmaya başlayan Alvin, alnını aracın kenarına dayayıp gözlerini iyice açtı. Aracın yaptığı hızdan ötürü tünelin duvarları hâlâ bulanık gri bir renkteydiler ama şimdi zaman zaman, belirip belirmeleriyle kaybolmaları bir olan işaretler de seçebilmekteydi ve bu işaretler görüş sahasında gitgide daha uzun bir süre kalıyor gibi görünmekteydi.
Sonra tünelin duvarları birdenbire genişledi. Hâlâ çok büyük bir hızla ilerlemekte olan araç şimdi boş, çok büyük bir yerden, yürüyen yolların garından bile muazzam bir alandan geçmekteydi.
Şeffaf duvarlardan büyük bir hayranlıkla bakan Alvin altında uzanan sinyal işaretlerinin karmaşık ağım, çapraz sinyal işaretleriyle rayların, hatların, makasların birbirleriyle tekrar tekrar birleşip tekrar tekrar ayrılan, kesişen, tekrar ayrılıp birleşip tekrar tekrar kesişen, her iki yanındaki tüneller dehlizinde kaybolan ağım; arapsaçını andıran ağını bir an için görebildi. Başının üzerindeki uzun bir yapay güneşler zinciri garı gündüz gibi aydınlatıp büyük taşıt araçlarını gölgede bıraktığı için iskeletlerinden çıkan kızıl parıltıları zorlukla seçebilmekteydi. Işık gözlerini kör edecek kadar kuvvetli olduğundan Alvin bu garın İnsanoğlu için yapılmamış olduğunu anladı. Bu garın hangi amaca hizmet etmek için yapılmış olduğunu bir an sonra, aracı kılavuz raylarının üzerinde hareketsiz yatan silindir dizilerinin arasından yıldırım gibi geçtikten soma anladı. İçinde yol aldığı araçtan daha büyük olan bu araçlar yük taşıtları olmalıydı. Bu taşıtların çevresinde de tümü de hareketsiz ve sessiz olan, ne oldukları anlaşılmaz başka bir araç yığını kümelenmişti.
Bu muazzam, ıssız gar da büyük bir hızla gerisinde kalıp gözden kayboldu. Bu gardan geçiş Alvin’in yüreğine oldukça hatırı sayılır bir korku salmıştı. Diaspar’ın altında uzanan o büyük, karanlık haritanın gerçekte ne ifade ettiğini ancak şimdi anlamaktaydı. Dünya akıl almaz harikalarla, düşlerinde bile görmeye cesaret edemeyeceği harikalarla doluydu.
Alvin tekrar göstergeye baktı. Değişmemişti. Büyük gardan yıldırım gibi geçmesi bir dakika bile sürmemişti. Hâlâ hiçbir hareket belirtisi görülmemesine rağmen araç şimdi tekrar hızlanmakta ve her iki yanındaki tünel duvarları tekrardan tahmin bile edemeyeceği bir hızla gelip geçmeye başlamaktaydı.
O belirsiz titreşim değişikliği tekrar hissedildiğinde sanki aradan bir asır geçmişti. Göstergede şimdi şu yazıt vardı:
LYS BİR DAKİKA
Bu bir dakika, bir türlü bitip tükenmek bilmeyen bir dakika Alvin’in yaşamındaki en uzun bir dakikaydı ama her şeyin olduğu gibi bunun da bir sonu vardı ve gitgide daha yavaş ilerleyen araç artık sadece hız kesmekle kalmıyor, duruyordu. En sonunda duruyordu.
Uzun silindir tünelden hiç sarsılmadan çıkıp sessizce Diaspar’ın altındaki garın ikizi sayılabilecek bir gara girdi. Alvin bir an için her şeyi gölgeleyen, etrafını açıkça görmesini engelleyen bir heyecana kapıldı. Dizleri titriyor; soluğu kesiliyordu. Öylesine titriyor, kesiliyor, hareketlerine öylesine sekte vuruyordu ki Alvin heyecanım dizginleyip de kendisini toparlayamadan önce kapı birkaç kez boşuna açılıp boşuna kapandı. Alvin sonunda kendisini yeteri kadar, araçtan inmeye yetecek kadar toparlayıp da inerken göstergeye son bir kez daha baktı. Üzerindeki yazıt değişmişti ve bu yazıtta şimdi çok güven verici bir şey vardı:
DİASPAR OTUZBEŞ DAKİKA
YOLCULUK, insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en önemli, en can alıcı yolculuklarından biri, umduğundan çok daha kolay geçmişti.
Alvin gardan dışarıya çıkmak için bir yol aramaya başlayınca, artık ardında bıraktığından çok daha değişik bir uygarlıkla karşı karşıya bulunduğunu gösteren ilk işaretle karşdaştı. Yerüzüne çıkan yol, garın öbür ucundaki basık, geniş bir tünelin içinden geçiyor, yine bu tünelin içinde bulunan bir merdivenle yukarıya doğru tırmanıyordu. Oysa robotlar merdivenlerden hiç hoşlanmadıkları, kentin mimarları da bu yüzden seviyenin değiştiği her yerde rampalar veya meyilli koridorlar yaptıkları için merdivenler Diaspar’da hemen hemen hiç rastlanmayan bir şeydi. Lys’te hiçbir robot olmaması mümkün müydü acaba? Ama bu öylesine olmayacak, öylesine saçma sapan bir soruydu ki Alvin’in bu soruyu sormasıyla unutması bir oldu.
Çok kısa olan merdivenin sonunda bir kapı vardı. Yaklaştığı zaman açılan bu kapı arkasından yine sessizce kapanınca Alvin kendini girdiğinden başka bir çıkışı yok gibi görünen geniş, kübik bir odada buldu ve kısa bir kararsızlıktan sonra tam karşısına düşen duvarı incelemeye koyuldu. Bu duvarı araştırırken arkasındaki kapı tekrar sessizce açıldı. Canı biraz sıkılmış olan Alvin tekrar dışarı çıkınca bu sefer tavanı kemerli bir koridorla yüzyüze geldi. Bu koridor tatlı bir meyille yine kemerli bir geçide doğru yükseliyor, bu yeni geçidin kemeri gökkubbesinin bir parçasını çerçeveliyordu. Hareket ettiğini hiç mi hiç hissetmemesine karşın yüzlerce metre yükselmiş olduğunu anlayan Alvin bu meyilli koridorla yokuş yukarı geçidi süratle geçip havaya, güneşe çıktı.
Şimdi alçak bir tepenin üzerinde durmaktaydı. Bir an için Diaspar’ın merkez parkındaymış gibi bir duyguya kapıldı. Yine de, şayet burası bir parksa, bunun aklının alamayacağı kadar muazzam bir park olduğuna kuşku yoktu. Görmeyi beklediği kentin hiçbir tarafta görülmemesi bir yana, gözün uzanabildiği her yerde de ormanlar ve otlarla kaplı ovalardan başka bir şey yoktu çünkü.
Bakışlarını ağaçların tepelerinin üzerine, ufuk çizgisine doğru kaldırınca taştan bir çizgi gördü. Ufuk çizgisini sağdan sola doğru büyük bir yay çizerek tümüyle kuşatan, Diaspar’ın en büyük yapılarının bile yanında cüce gibi kalacağı bir çizgi, taştan yapılmış bir çizgi gördü. Bu taş çizgi ayrıntıları ayırt edilemeyecek kadar uzaktaydı ama ana hatlarında Alvin’i şaşırtan, bir muamma karşısındaymış gibi düşündüren bir şey vardı ve Alvin bunun ne olduğunu ancak bir süre sonra, gözleri bu devasa görüntünün ölçeğine iyice alıştıktan soma anlayabildi. Bu taş çizgi, bu çok uzaklardaki taş duvarlar insan eseri değildi.
Demek zaman her şeyi yok etmişti. Demek Yer Yuvarlağında hâlâ dağlar, yeryüzünün hâlâ gurur duyabileceği dağlar yükselmekteydi.
Tünelin çıkışında, tepenin üzerinde uzun bir süre durdu. Uzun bir süre durup kendini bu yabancı dünyaya yavaş yavaş alıştırdı. Çevresini ne kadar inceden inceye araştırırsa araştırsın hiçbir tarafta İnsanoğluna ait bir iz, en ufak bir iz bile görememekteydi ama tepenin yamacından aşağıya inen yolun yine de iyi korunmuş, bakımlı bir hali vardı ve Alvin’in de bu yolu izlemekten, görünürdeki bu tek yolun götüreceği yere gitmekten başka bir seçeneği yoktu.
Читать дальше