Metin Gök'ün ölümüne sebebiyet verdiği iddiasının yaygınlık kazanmasıyla, daha da paniğe kapıldı. Her ne kadar direk verdiği bir ölüm emri olmasa da, Merkezcilerin hakkında yarattığı olumsuz hava, çevresindekilerin Merkezcilere karşı, kin ve nefretini büyüttü.
Metin Gök'ün ölümü üzerine başlatılan soruşturma kapsamında, hakkındaki iddialardan dolayı ifadesine başvuruldu. Bunun üzerine, daha çok paniğe kapıldı ve bu kez de, kendisini öldüreceğim propagandasını yaptı. Korkudan Kahta'daki hemşerilerine sığındı ve buna birkaç kişiyi de ikna etti.
Daha sonra Malatya'da yapılan kongreye de katıldı. Saçma sapan iddialarını orada da tekrarladı ve ciddiye alınmadı. Kürdistan'ın doğusuna gitmesi gerekirken, Kongre'nin bitimiyle, Suriye'ye çıktı. Orada, örgütün önder kadroları hakkında sürekli olumsuz propagandalarda bulundu. Suriye'de, örgütün ismini kullanarak kurduğu ilişkiler vasıtasıyla, Avrupa'ya çıktı. O günden sonra da örgütle ilişkisi hiç olmadı, kesildi.
***
Yeni atamalarla Merkez Komite, kendi aralarında iş bölümüne gitmişlerdi, Fakat Gürgöz kardeşler, çalışma alanlarına gitmiyordu. Ankara'da, yan gelip yattılar. Okullarına devam ettiler. Kendilerini profesyonelleştirmediler. Oysa Kürdistan'da kadro sıkıntısı yaşanmaktaydı o dönem. Bu durum, Merkez Komite toplantılarında da dile getirilerek eleştiriliyordu. Eleştiriye de gelmiyorlardı. Gürgöz kardeşler; örgütü, babalarının çifliği olarak görmek istiyordu, zora gelmiyorlardı. Çiftlik ağaları rolünü oynuyorlardı. Herkes çalışmalı, ama onlar değil ve onlara, hesap verilmeli gibi ucube bir düşüncenin sahibiydiler.
Adamların işi gücü kendilerine potansiyel rakip olarak gördükleri kadrolar hakkında, dedikodu yapmaktı. Onların dedikodularından en çok Davut Kurun nasibini aldı. Davut'u yıpratmak için ellerinden geleni esirgemediler. KAWA Hareketinin geleceğinin önderi gözü ile bakılan Adil Turan’ı döverek örgütten uzaklaştırdılar. Mehmet Polat'ı etkisizleştirdiler. Fatin Kanat’a işkence ederek bunalıma soktular. Osman Gergerli gibi sayısız kadroyu bunalıma sokarak oturmalarına yol açtılar.
Kürdistan'da, mücadele giderek yükseliyor ve KAWA Hareketi, nicel olarak alabildiğine gelişiyordu. Fakat buna bir nitellik kazandırılamıyordu. İdeolojik, örgütsel ve askeri yapısı, sahip olduğu kitlesel yapı ile bir uyumsuzluk arzediyordu. Merkez, bunlara cevap veremiyordu. Vermesi de mümkün değildi. Ne kapasite olarak buna uygundu, ne de bunun için, iradi bir çabası vardı. Her şey oluruna bırakılmış ve bu durum, bölgelerde çalışan kadro ve kitlesi üzerinde çok olumsuz etki yapıyordu. Bu, kendisini dayatınca, bunu aşmanın yolu olarak, kongreye gidildi.
Kongreye gidilirken, Gürgöz kardeşlerin önerdiği kişiler dışında, kimsenin kongreye gelmesi istenmiyordu. İki kardeş, bu konuda dayatıcıydı. Buna karşı çıkılmasına rağmen onlar, Nuh deyip peygamber demiyordu. Diğerlerinin bu konuda dayatıcı olmaları halinde ise örgütün bölünmesi kaçınılmaz hale geliyordu. Bu da, iyiye işaret değildi elbette. Kendilerine karşı çıkmayanları kongreye taşıdılar ve Kongreye katılması gereken kadrolar ise devre dışı bırakıldı. Özellikle güney şehirlerinden ve Kars bölgesinden tek bir kadro bile Kongreye çağrılmamıştı. Bir emrivaki ile kongreye gidilmiş ve bu durum, bir bölünmenin de sinyallerini verilmeye başlanmıştı.
Kongreye çağrılı olanların birkaçı dışında, hemen hemen hepsi Dersimliydi. Bu durum sert tartışmalara yol açsa da, yapılacak başka bir şey yoktu. Ya kongreyi terk etmek gerekirdi ki bu; onların işine gelirdi, ya da bu emrivakiyi kabullenmek gerekiyordu. Emrivakiye boyun eğildi. Bir ara tartışmalar sertleşince Alişer Gürgöz toplantıyı terk etti.
Toplantı Dersim'in bir köyü olan Tomayig'te başladı. Körkez köyünde bitti. Kongre, katılımcılarla yapıldı ve Dersim ekibi, Merkez Komiteyi ele geçirdi. Alişer Görgöz, Cemil Gündoğan ve Kemal Artuç Merkez Komiteye seçildiler. Hemşehrilik ve kafa kol ilişkisi karşısında kaybeden KAWA Hareketi oldu.
***
Konuyu anlaşılır kılmak için bu üçlünün bazı kişilik özeliklerini belirtmek istiyorum.
Alişer, bir gün Diyarbakır’a gider. O meşhur kürsülü kahvelerinden birine oturur. Yanında Dıyarbakırlı iki genç Kawacı vardır ve ona refakat etmektedir. Gençler; “liderimiz gelmiş, fırsat bu fırsat bize bir şeyler anlatır” diyerek heyecanlanırlar. Çaylar söylenir ve o ana kadar, Alişer'in ağzını bıçak açmaz. Aniden sesi yükselir; “bana bir çay daha söyleyin,” der. Çaylar bir daha söylenir ve o, yine iç dünyasına dalar. Gençler, boşuboşuna adamın bir iki laf etmesini beklerler. O, bir daha konuşur. Dediği, “bir çay daha söyleyin”dir. Gençlerin bu manzaradan çıkardığı sonuç; “Bizim lider, amma da büyük adamdır ha!” olur.
Bir gün de, onunla birlikte Metin Gök'ün evindeydik. Bir ara alt katta oturan öğrenci arkadaşların yanına indim. Orada, Kars sorumlusu Cemalettin Tunç ile karşılaştım. Hoşbeşten sonra, Alişer'in de yukarıda olduğunu söyledim. Birlikte yukarı çıktık.
Cemalettin; “Selam Alişer!’ dedi. Alişer; “Selam!’ dedi ama, başını kaldırmadı ve umursamaz bir tavır takındı. Suskunluk başladı ve Alişer, elindeki kitabı okumaya devam etti. Cemalettin ile sohbet etsek te; Cemalettin, Alişer'in bu sessizliğinden rahatsız oldu.
“Dergo, kusura bakma, ben aşağı iniyorum,” dedi ve indi.
O gittikten sonra, ben; “Alişer, yaptığını beğendin mi şimdi?’ dedim.
Alişer, kitaptan başını kaldırmadan; “Ne yaptım ki?’ dedi.
“Sorun ne yaptığın değil, ne yapmadığındır.”
Alişer; “Ne yapmam gerekiyordu ki?’ dedi, yeniden.
“Arkadaşı ne zamandan beri görmemişsin?’ dedim.
Alişer; “6 aydan beridir,” dedi yanıtında.
“Peki, bir şeyler söyleyemez miydin?’ dediğimde, O; “Ne söylemem gerekiyordu ki!?” dedi.
Ve ben oldukça gergin bir tarzda; “Bir şey bilmiyorsan bile, en aşağı Kars'ta havalar nasıl diye sorabilirdin,” dedim demesine ama; Alişer, cevap vermediği gibi, yine kitabın derinliklerine dalmıştı. Ben de bu durumdan rahatsızlık duydum ve aşağı indim. İşte bizim kendine sevdalı liderimiz, böylesine biriydi. Bu olumsuzluklarına rağmen Alişer’de önderlik özelikleri vardı. Kendini devrime verseydi bu rolü oynayabilirdi. Fakat O, bunu değil, Ankara’da kalarak okul okumayı tercih etti. Bu da onu siyasi olarak boşa çıkardı.
***
Büyük biraderi Hasan Asgar, hoş sohbetli biriydi. Bu konuda Alişer'e benzemezdi. Ama, sadece bu konuda. Diğer konular da, bir elmanın yarısı gibiydiler. Deyim yerindeyse, tam bir hasta kişilik karekter sahipleriydi. Burunlarından kıl aldırmıyan tiplerdi. Bireysellikleri etrafa saçılmaktaydı. Kişisel çıkarları için satmayacakları hiçbir değer yargısı olmayan kişiliklerdi... Alişer, 12 Eylül 1980 askeri darbe sonrası; Avrupa'ya çıktı, kısa bir çabadan sonra mücadeleyi bıraktı. Hasan yakalandı. 15 sene yatıktan sonra tahliye oldu ve yurtdışına çıktı. Şu an İsviçre’de mültecidir ama KAWA Hareketi ile ilişkisi yoktur.
***
Kemal Artuç Ermeni kökenliydi. Bastırılmış bir kişiliği vardı. Esas meziyeti, yalancılığıydı. 5 derece gözlük takardı. Bu nedenle de kendisine; “doktor” denilirdi. Muş Devlet Üretme Çiftliği soygun olayına katılmıştı. Olayda ihmali olduğu düşünülüyordu. Bu durumun soruşturulması için tutuklu olan arkadaşlarla konuşulması gerekiyordu. Yeni seçilen Merkez Komite bunu dert etmiyordu. Bu beni rahatsız ediyordu. Kimse ilgilenmeyince tutuklu arkadaşlarla konuşmaya karar verdim. Avukat Hüseyin Yıldırım ile konuştum. Arkadaşları ziyaret etmek istiyorum dedim. Avukat, “Cezaevinde görüşemezsin. Ancak akraba bağı olanlar görüşebilir. Ama yakında Bahoz Şavata’nın mahkemesi var. Seni salona sokarım. Belki konuşma ortamı doğabilir” dedi.
Читать дальше