Ortaya çıkan resme bakılırsa; KAWA’nın bölüneceği, artık kaçınılmaz hale gelmişti. Bu süreçte izlenmesi ve bölünme kesinleştikten sonra yapılması gerekenler enine boyuna tartışıldı. İzlenmesi gereken yol, aşağı yukarı açığa çıkmıştı. Yapılması gereken belliydi. “Üç Dünya Teorisi”ni reddeden kadroların katılacağı merkezi bir toplantının hazırlığının yapılmasıydı. Bölünme pek gecikmedi.
Bölünmede bir olumsuzluk yaşanmadı. “Üç dünya teorisi”ni kabul ve red edenler arasında hoşgörü çerçevesinde tartışılarak ayrışma sağlandı. Bu olumlu bir olguydu. Her iki tarafın önder ve kadrolarının bu konuda gösterdikleri tolerans yerindeydi.
Fakat bu bölünme ile KAWA Hareketi önemli oranda güç kaybetti. KUKM’nin öncüsü olma şansı varken bu şansını yittirdi.
İkinci Kırılma: Merkez-Muhalefet bölünmesi
KAWA Hareketi’nin “üç dünya teorisi”ni red ve kabul edenler temelinden ayrılmasıyla birlikte redçilerin önderliğini yapan Ahmet Zeki Okçuoğlu ve Mahmut Fırat ayrılacaklarını söyleyip Kawacılarla ilişkilerini kestiler. Bu durum retçi kanat için büyük bir darbeydi. Geri kalanlar bir örgütü çekip çevirecek kapaside değillerdi. Buna ne teorik-pratik, ne deney-tecrübeye sahipti, ne de karizmatik bir özelikleri vardı. Hepsi genç ve tecrübesizdiler. Dahası ön plana çıkmış kadrolar birbirlerini tanımıyordu. Ortak bir çalışma zemini yakalamak çok zor olacaktı.
KAWA Hareketi’nin “üç dünya teorisi”ni kabul ve red temelinde bölünmesinden sonra redçi kanat, İstanbul'da ileri kadrolarının katıldığı bir toplantı yaptı. Bu toplantıyı kimisi ileri kadro toplantısı, kimisi konferans, kimisi de kongre olarak tanımlar. Doğrusu konferanstır. Çünkü, seçici bir rolü olmadı. Her ne kadar bu bölünmede, redçi kanatta yer alan iki merkez komite üyesinin görevlerini sürdürmesine karar verildiyse de, yeni bir merkez seçilmedi. Bu nedenle konferans demek daha mantıklıdır.
Ayrışmanın tam olarak yaşandığı da söylenemezdi. Birçok kadro net değildi ve konumları ortadaydı. Teorik tartışmalar sürüyordu ve sürekli saf değiştirenler oluyordu. Bu nedenle yeni bir merkezin seçimi meselesi ileride yapılması öngörülen kongreye bırakıldı. Ayrışma tam olarak yaşandıktan sonra kongrenin bir an önce toplanması sonucuna varıldı.
Kongreye kadar, MK üyesi Alişer Gürgöz ve Mehmet Polat, redçi kanadı yönetecekti. Fakat bu ikili de birbirleriyle geçinemiyordu. Aralarında sağlıklı bir diyalog bir türlü oluşmuyordu. Bu da, doğal olarak büyük bir sıkıntı yaratıyordu. Ayrışma sürecinin uzayacağı da beklenilidu. Bunu gözönünde bulunduran merkezdekiler, Merkez Komite'yi genişletme sonucuna varırlar. Bu nedenle, yanlarına iki arkadaşın daha alınmasına karar verirler. İki isim üzerinde anlaşırlar; bunlardan biri Hasan Asgar Gürgöz, diğeri Hasan H. Yıldırım. Yani ben.
Bizi çağırıp konuştular. Güvene dayalı sıcak bir hava yoktu. Rahat olmayan bir atmosferde, kişi de rahat değildir. Anlatılanlar zorakidir, güvene dayalı olmadı mı dostane ilişki; ruhunda yaralı, moralde de çöküntülüsün. Böylesi bir ortamda diyalog başlamış ve resmi bir havada da son bulacağa benziyordu. Oysa her yeni şeye heyecan gerekir, şevk ve azimle sarılmayı gerektirir. Başarmak, bitmeyen bir enerjide sebattır. O olmadan başarı da olmaz.
İki kardeşten biri ki; küçüğüydü ve örgütün de merkezi komite üyesiydi, Bana dönerek; “Yoldaş” dedi. “Seni ve Hasan Asgar'ı, Merkez Komiteye almayı uygun gördük.”
Buna iki nedenden dolayı karşı çıktım.
“Benden daha birikimli ve tecrübeli arkadaş dururken benim MK'ye alınmam doğru değildir. Bu gurupta en tecrübeli, en birikimli, aklıselim, soğuk kanlı düşünen biri varsa ki, vardır ve o da, Davut Kurun'dur. Benim yerime onu alın,” dedim.
Alişer ve Hasan Asgar Gürgöz kardeşler, buna karşı çıktılar.
Alişer: ”Dediklerinden haklı olabilirsin, ama biz, o arkadaşın İstanbul’da kalması, senin de Kürdistan’da bulunman daha yararlı olur, diye düşündük.”
Olsun! O arkadaşın İstanbul'da kalması gerekiyorsa yine kalsın. Fakat bu onun Merkez Komiteye alınmasını engellemiyor. Ben ister MK’ye alınayım veya alınmayayım zaten Kürdistan'da kalmayı düşünüyorum, dedimse de, onların dinlediği yoktu. Bakın arkadaşlar, bizim gibi örgütlenmelerde, komiteler tek sayılı rakamlardan teşkil edilir. Karar alabilmek için bu şarttır. Şu an dört kişiyiz. Davut Kurun’uda alalım ve bu iş bitsin, dedim.
İki kardeş, bunu bilmelerine rağmen, onların hesabı faklıydı. Örgütü ele geçirme, babalarının çiftliği gibi at oynatmayı daha başından beri kafalarına koymuşlardı. Tüm hesapları da buna endeksliydi. Davut Kurun'u devre dışı bırakırlarsa bunu başaracaklarını sanıyorlardı.
Tartışmalar sürdükçe sürdü ve iki kardeşin niyet ve tavırlarında herhangi bir değişiklik olmasa da; örgüt içindeki ağırlığımı bildiklerinden evet demek zorunda kaldılar. Uzun süren tartışmalar sonucu Davut Kurun da MK'ye alındı. Fakat iki kardeşin niyet ve hesaplarına bakıldığında bu grubun da uzun süreli birlikte çalışamıyacağı sonucu ortaya çıkıyordu. Daha sonra; beşli Merkez Komitesinin ilk toplantısı yapılarak, görev bölümüne gidildi.
Davut Kurun, İstanbul sorumluluğunun yanı sıra yayın faaliyetinden de sorumlu kılındı. Mehmet Polat, İstanbul'da kalacak ve yayınevine bakacaktı. Alişer Ankara, Van, Hakkari, Hasan Asgar Gürgöz Diyarbakır, Urfa ve Mardin sorumluluğu alacaktı. Ben de, Adana, Antep, Adıyaman, Maraş, Malatya, Elazığ, Bingöl, Erzincan, Erzurum ve Kars sorumluluğunu alacaktım.
Sorumluluk alanımda; örgüte, yukarıdan aşağıya yeniden bir çeki düzen vermek benim için zor değildi. Bu konuda epey tecrübem vardı. Bu alanda bir sorun doğmazdı. Fakat sorun başka boyuttaydı. Daha önce bazı bölgeleri gezmiş, bölgelerin istem ve ihtiyaçlarını örgüte iletmiştim. Şu an bu istem ve ihtiyaçların daha da artığından emindim. Örgütün bunları karşılaması zordu. Beni zor günler bekliyordu.
Cemil Gündoğan; yazdığı kitabında bir takım belirlemelerde bulunur. Her ne kadar yazdığı sözkonusu kitabında; “sonradan merkez komitesi üyeliğine atanan üyeler, asıl merkez komite üyeleri tarafından tekrar merkez komitesi üyeliklerinden çıkarıldılar,” dese de, bu doğru değildir. Cemil, birçok şeyi tersten sunduğu gibi, bunu da tersten sunmuştur. Bununla neyi amaçlamaya çalıştığı ise onun kişiliği ile ilgili bir sorundur. Öyle bir olay yaşanmadı, ama Gürgöz kardeşlerin bildiğini okudukları doğrudur. Oluşan MK uyumlu çalışmasa da KAWA Hareketi’ni 2. Kongre’ye kadar yönetti.
***
İstanbul Selimiye kışlasından çıkarılan silahların, Kava dergisi yazıişleri müdürü Mehmet Müfit’in evinde yakalanmasıyla, yayınevi sahibi ve aynı zamanda MK üyesi güneyli muhtar olarak bilinen Mehmet Polat, aranır duruma düştü. Sonrasında; Alişer ve Hasan Asgar Gürgöz kardeşler, onu Diyarbakır'a çağırarak öldürmek istemişlerdi. Gürgöz kardeşlerin bu çirkin planları açığa çıkınca, örgüt büsbütün bir çıkmaza girdi. Olayın duyulmasıyla örgüt içinde bir çalkantı yaşandı. Güvensizlik giderek derinleşti.
Mehmet Polat, Adana'ya yerleşerek kendisini bir eve hapsetti. O günden sonra örgüte faydasından ziyade hep zararı dokundu. Devlet tarafından aranır durumuna düşmesi ve Gürgöz kardeşler tarafından öldürülme durumu ortaya çıkınca paniğe kapıldı. Ölüm korkusu tüm iç dünyasını kapladı ve bu, öyle bir duruma geldi ki; her zaman ve herkes tarafından öldürüleceği korkusu büyüdükçe büyüdü. Örgüt faaliyetinden elini ayağını çekti. Bölünme öncesi ve aşamasında, kötü bir rol oynadı.
Читать дальше