Yolu Açan Kadın
1. bölüm
Meryem Yolaç
© Meryem Yolaç, 2021
ISBN 978-5-0053-7575-9 (т. 1)
ISBN 978-5-0053-7576-6
Создано в интеллектуальной издательской системе Ridero
YOLu AÇan Kadın
Üç bölümden oluşan bir roman. 1.Bölüm
Kalplerinin yolunu takip etmek isteyenler için bir eğitim kitabı.
* Adların ve soyadların gerçek kişilerle olan tüm tesadüfleri tesadüfidir ve olaylar hayalidir.
Bir adama adanmış, hayatımı ters çeviren aşk hikayesi.
Ben YOLu AÇan Kadın…
Beni takip et ve sana tüm dünyayı göstereceğim!
Güzellik, sevgi ve tanıma dünyası!
Hayatınızda o kadar çok deneyimlediğin,
zihinsel ya da fiziksel acının olmadığı o dünya.
Beni takip et, saf kalbin yolunu takip et!
Güzelliğini ve samimi ruhunu kabul et!
Ruh’un ne kadar saf ve kutsal olduğunu görün.
Güçlü Ruhun senin rehberin O!
Yukarıda belirtilen yolu takip et, yolunu takip et.
2014 yılının sonbaharında Londra’da buluşmak istemişlerdi…
«Bana Londra numaranı yaz, sesini duymak istiyorum…»
«Tamam».
Otobüsün ikinci katında oturmuş, Londra’da ki Rus okulunun yeni bir şubesinin açılmasıyla ilgili toplantıya katılmak için Trafalgar Meydanına doğru gidiyordum. Güneşli bir Ekim günüydü. Cep telefonuma gelen bir çağrı, okulun açılmasıyla ilgili düşüncelerimi kesintiye uğrattı. Türkiye numarası idi. İstanbul’dan Londra numaramı kim arayabilirdi ki? Ben hiçbir zaman Türkiye’de bulunmamıştım ki diye düşündüm. O zamanlar hiç bilmediğim Boşnak-Türk aksanlı bir Rusça ile «Selam, sesini duymayı çok istedim» dedi bir ses. «Merhaba!» dedim.
Konuştukça hatırlayamadığım kadifemsi bir erkek sesi «Seni her gün hissediyorum, seni görmeyi gerçekten de çok istiyorum. Yarın Heathrow Havaalanı’nda beni karşılar mısın? Ben senin Benim Kadının olduğunu biliyorum» dedi. Ne cevap vereceğimi bilemedim. «Londra numaramdan beni arayan Türk numarası kime aitti acaba?» Şimdi hatırlamıştım. Moskova’da ki bir arkadaşım projeyi desteklemek için bana söz vermişti. İki hafta önce bana Türkiye’de iş ortağı olmaya hazır bir Bosnalı Türk’ten ya da İstanbul’da yaşayan ve bir Sırplıdan bahsetmişti. Ona Londra’da ki cep telefonu numaramı verebileceğini söylediğimi unutmuştum… Bu «Ortaklığın» neye dönüşeceğini keşke o zaman bilebilseydim…
Yabancı sesin hangi sorusuna cevap verdiğimi düşünmeden «Evet» diye cevap verdim.
«Güzel». Ben şimdi bir bilet rezervasyonu yaptıracağım. Detayları gün içinde sana bildiririm.
«Hmmmm». «Ne bileti?» – Konuşmanın başlangıcını hatırlamadığım için endişelenmeye başlamıştım. Bu ses beni bir çeşit uyuşukluğa dönüştürmüştü ve anca ayılmıştım. Sanki bu noktaya gelmeden önce onu milyonlarca yıldır tanıyor gibiydim. Peki ama bu kim? Kimsin sen. Telefonla konuştuktan ancak bir yıl sonra karşıma çıkan sen, kimsin?
O, Londra’ya gelmedi… Kim olduğunu anlamadığım ya da fütursuzca bana onun kadını olduğunu söylemesinden utandığım için beni aradığı iki numarayı da bloke ettim. Bu telefon görüşmesinden ik gün sonra Turkcell şirketi başkan yardımcısının daveti üzerine Türk Hava Yolları’nın Londra-İstanbul seferiyle İstanbul’a gidiyordum. 2014 yılının sonunda herkes İstanbul’da bir Rus-Türk Üniversitesinin açılmasıyla ilgili beklenti içindeydi. Bu gidişim; kültürlerin, tarzların, mimari yapıların, seslerin iç içe girdiği ve farklı dünyalardan insanların bir yerde buluştuğu bu masal şehrine ikinci kez gelişimdi.
İlk gidişim, Moskova-İstanbul-Londra aktarmalı bir uçuştu ve iki saat süresince İstanbul’un güzelliklerini görmek imkansızdı.
Dünyayı dolaştıktan sonra; en büyük, en güçlü, en içten, en saf, her şeyi affeden ve her şey için hazır bir aşk uğruna sonuna kadar gitmenin kahramanlık değil de hayatın ta kendisi olduğu bir aşk yüzünden hayat boyunca devam eden yolculuğumun son durağının Türkiye olacağını ve o andan itibaren yola yalnız değil de ruh ikizim ile birlikte devam edeceğimi hiç düşünmemiştim.
Üstümü değiştirip Saraybosna’nın tarihi şehir merkezine gittim. Süleyman’la ilk buluştuğumuzda gördüğüm gözlerin gerçeği, daha doğrusu bu gözlerin saçtığı, her şeyi yakan, etrafı ıssız bir çöle dönüştüren ruh acısı gerçeğinin buralarda saklanmış olduğunu hissediyordum.
Sessiz kış sokaklarında dolaşıyordum. Aylardan Ocak olmasına rağmen güneşli bir gündü. Farkına varmadan kendimi koca bir AVM önünde bulmuşum. İçeriye girdim. Her tarafta ünlü markaların yılbaşı indirim kampanya reklamlarını görüyordum. İçgüdüme güvenerek dördüncü kata çıktım. Karşımda İstanbul’dan bildiğim PlayLand yazılı büyük bir tabela duruyordu. Demek ki maçomuz, bu harika çocuk eğlence merkezi şubesini Saraybosna’da da açabilmiş. Resepsiyonda duran görevliye yaklaştım.
– Süleyman Beyi arayıp, Mariya’nın burada olduğunu söyler misiniz lütfen!
Beklemediğinden veya Rus aksanlı garip Boşnakçamdan dolayı çocuk bana şaşkın bakarak gene de hızlı şekilde bir numara tuşlamaya başladı. Ve birkaç saniye sonra üst kata ve yürüyen merdivene doğru davet eden bir işaret yaptı. Geriye baktım. Üst katta duran Süleyman bana gülümseyerek ellerini sallıyordu. Görevliye teşekkür edip mutluluğa doğru yürümeye başladım. Süleyman koşarak geliyordu bana doğru. Yürüyen merdiven çalışmıyordu. Ben yavaşça yukarı çıkmaya başladım. Sonunda bir araya gelebilmiştik.
– Senin yürüdüğün hızla hareket etseydim çoktan iflas ederdim Mariya!
Ben gülümsedim. Ofise geçtiğimizde beni küçük bir kanepeye oturtup, üstünde iki adet notebook bulunan çalışma masasına oturdu.
– Karımdan beni her gün sevindiren mesajları almak isterdim, dün bana yazdığın gibi değil.
Dünkü mesajla arkadaş vasıtasıyla araştırdığım Süleyman’ın her iki telefon numarasının, başkasının adına kayıtlı olmasının nedenini sorduğumu hatırladım. Kızdığında bana gelmemi istemediğini yazdığında ben, artık uçak içinde oturuyordum. Uçağın kalkış saatinden haberi de vardı onun.
– Karımın lezzetli yemek yapmasını, ev bakmasını ve yatakta beni mutlu etmesini isterim.
Ben, bilim adayı olan bir bayan olarak, aile yapısı ve ilişkileri dersindeydim sanki.
Sessizce karşımdaki tabloyu inceliyordum.
Birden bire emreder gibi «Yanıma Gel!» diye söyledi Süleyman, kucağına oturmamı istediğini işaretle göstererek.
Gücüne ve cazibesine karşı koyamazdım. Kucağına oturduğumda bir elini belime koyup öbür eli ile saçımı okşamaya başlamıştı. Sanki kedi yavrusunu seviyormuş hissine kapılarak ayağa fırladım. Süleyman güldü. Belimdeki elini çekmeden, «beni öp» diye emir verdi. Boyum onunkinden kısa olduğundan öbür eliyle çenemi okşayarak yukarı doğru kaldırdı. Emrini yerine getireceğimi beklerken, göz göze gelmiştik.
– Mavi gözler, – dedi Süleyman. Sanki susuzluktan ölmek üzereymiş gibi. Deniz mavisi gözlerimin içine bakıyordu.
Читать дальше