Anlattığım bu üç kişiyi takip eden geniş bir kadro yapımız vardı. Gelişmeye açık sayısız kadro adayı vardı. Alabildiğine geniş bir sempatizan kitlesi vardı. Diri, atak herşeyini devrime verecek bir kitleydi. Buna önderlik edilebilseydi çok ileri mevziler kazanılırdı. Kürd milleti bu kadar travma yaşamayabilirdi.
Geriye kalan kadro yapısı çok geriydi. İdeolojik, politik, askeri olarak bir tecrübe sahibi değildi. Bu yapı içinde önderliğe gelenlerin ezici çoğunluğu geri olmanın ötesinde kendini devrime vermedi. Hep kaçak oynadılar. Devrim ile karşı-devrim arasında bocalanıp duruldu. Ki; süreç içinde bu işin erbabı olmadıkları ortaya çıkınca çoğu mücadele dışına savruldular. Geride kalan bizler de KAWA Hareketinü ileriye taşıyacak kapasitede değildik. Ki; yaşam bunu ortaya çıkardı.
SaIdırılar
Dersim hareketinin 1938 de yenilgiye uğramasının ardından Kürdistan'nın kuzeyinde uzun süren bir sessizlik dönemi egemen oldu. Fakat Kürd aydınları boş durmadı. Aralarında sessiz bir ilişki ağını ördüler. 1959 yılında tarihe 49'lar olarak iz düşen operasyona uğradılar.
1965 de Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP) kuruldu. Onu Türkiye ve Kürdistan’ın birçok bölgesinde Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın (DDKO)'ların kurulması izledi. 12 Mart 1971 askeri darbesiyle bu örgütlülük kesintiye uğradı. 1974'te çıkan “af” ile dışarıya çıkan Kürd aydın ve siyasal kadroları başta DDKD olmak üzere sayısız siyasal örgütlükler yarattı.
Biz KAWA Hareketi olarak DDKD geleneğinden geliyoruz. Birlikte kurduk, birlikte mücadele ettik. Daha sonra devrimin temel konularında ayrıştık. Bu gayet normaldi. Fakat pro-sovyetçi grup bunu hazmedemedi. İki grup arasındaki ilk kavgaları İstanbul’da oldu. Bu kavga deyim yerindeyse, kan davasına dönüştü.
1976 yılında Dev-Genç önderliğinde bir miting tertiplenmişti. Beşiktaş’tan başlayarak, Taksim meydanında son bulacaktı. DDKD, o dönem henüz fiilen ikiye bölünmemişti, ama bünyesinde sert tartışmalar yaşanmaktaydı. Miting alanında, dernek pankartı altında birlikte yürünecekti. En aşağı SSCB'ne “sosyal-emperyalist” diyen bizler öyle düşünmüştük. Miting alanına vardık. Kortej'de yerimizi almaya çalıştık. Pro-sovyetçi olan kanat, buna tepki göstererek; “Maocular” bizimle yürüyemez,” diyerek, tavırlarında dayatıcı oldular. Bizler, her ne kadar iknaya yönelerek; ”bizlere “Mao’cu” denilmesin. Bizler Kürd devrimcileriyiz, derneğin de üyeleriyiz,” dememize rağmen; onlar, oralı olmadı ve provakasyon yaratmaya devam ettiler.
Dernek Başkanı Mahmut Çıkman'ın da içinde yer aldığı grubun, bilerek oynadığı bir oyun oynandı ve bu oyun, peyderpey sahneye konuldu. Anlaşılan oydu ki; mizansen, önceden düşünülmüş ve hazırlanmıştı. Dernek Başkanı, “Laos, Vietnam, Kamboçya, Gine, Mozambik... Kürdistan” uzattı da yzattı, konuştukça konuştu. Yerde diz çöken tarftarları da; huraaa...! diyerek ayağa kalkıyor ve; “Maocular dışarı, Maocular dışarı..!” diyerek, ortalığı velveleye veriyorlardı. Baktım olacak gibi değil. Dernek başkanına dönerek; “Bu oyuna bir son vermelisin. Şimdi komedi, ama biraz sonra trajediye dönerse durdurmazsınız!..” diyerek uyarıda bulundum.
Dernek Başkanı, önüme dikilerek; “Ne olur ha..! Ne olur, beni döver misin yoksa?!” deyince ben de, “git be adam başımdan,” dedim ve uzak durmasını sağlamak için ittim. İtelediğimde de; O, sırt üstü yere düşmesin mi! Bunu kendine yediremeyen dernek başkanı, alnını yere vurmaya başladı. “İntihar edeceğim, intihar..!!” dedi durdu. Arkadaşları bunu fırsat bilerek saldırıya geçtiler. Saldırı püskürtüldü ve daha sonra himayecileri olan TKP tarafından alınarak, oradan uzaklaştırıldılar.
DDKD, bu olayla birlikte fiilen iki gruba ayrıldı. Sovyet yanlısı grup, Beşiktaş olayını; adeta kan davasına dönüştürdü. SSCB'ne “sosyal-emperyalist” diyen grup elemanlarını buldukları her yerde hedef olarak seçip saldırdılar. Saldırgan tutumlarını devamlı sürdürdüler. Bizler, aynı yöntemlere baş vurmadık. Bu tutumu siyasi olarak doğru görmedik. Provakasyonlara gelmemeyi de adeta ilke edindik. Bu konuda, çok titiz davrandık. Hatta kitlemizin aşırılıklarını törpülemek için oldukça çaba sarfettik. Diyarbakır dışında hiç bir olumsuzluğa meydan vermedik. Diyarbakır'da ise durum farklıydı. Provakasyona açıktı ve provakatör unsurlar devredeydi.
Beşiktaş'ta sergilenen olay bir provakasyondu ve mimarı, Zeruh Vakıfahmetoğlu’ydu. Mahmut Çıkman, bu provakasyonun sadece bir figüranıydı. Beşiktaş'ta sergilenenler, giderek bir çizgiye dönüştü. DDKD/KİP'in kendi dışındaki siyasi yapı ve ileride kendi iç muhalefetine karşı izleyeceği yöntemin de şekillenmesine yol açtı.
Merkezi eline geçiren Ömer Çetin ve Zeruh Vakıfahmetoğlu; şiddeti Türk egemenlik sistemine karşı değil, kendi bünyelerinde oluşacak muhalefete ve dışındaki devrimci-yurtsever örgütlere karşı yönelterek, durumu kutarmayı siyaset edindi. Oysa ki; hiç kimsenin siyasi fikir ayrılığından dolayı farklı görüşte olan bir başkasına karşı şiddeti haklı ve meşru göstermeye hakkı yoktur. Fakat kendilerine “devrimci-demokrat” diyenler, hiçte isimlerine uygun bir teori-pratik sergilemediler. Bu teori-pratiğe karşı, içte de yoğun bir karşı çıkış başgösterdi. Mahmut Çıkman’ın önderliğinde bir muhalefet gelişti ve Merkezi ellerinde bulunduranlar, şiddete başvurdular. Mahmut Çıkman, Mehmet Oruç ve bazı arkadaşları, DDKD/KİP'ten görüş ayrılığı nedeniyle ayrılırlar. DDKD/KİP merkezinin tavrı hiç te demokratça olmaz. Mahmut Çıkman hakkında ölüm kararı alınır. Evi tespit edilir ve takibe alınır.
Mahmut Çıkman ve Mehmet Oruç birlikte yürürlerken, pusu kuran tetikçiler, bir taksiden üzerlerine ateş açar. Mahmut yaralanır, ama Mehmet, o kadar şanslı değildir. Ömer Çetin'in sekreteri olduğu KİP'in tetikçileri tarafından katledilir. Mehmet Oruç, aslen Diyarbakırlıydı. Kısa boylu, esmer, kıvırcık saçlı, güleç yüzlü ve sempatik biriydi. Davasına bağlı, kararlı bir Kürd yurtseveriydi. İstanbul DDKD’nin de üyesiydi o dönemler. DDKD-KAWA ayrışmasında, DDKD saflarında kaldı. Sonraları, DDKD/KİP merkeziyle anlaşamayınca; Mahmut Çıkman ve bir grup arkadaşıyla beraber 1979’da ayrılır. Mehmet, bu grupla birlikte hareket eder. 18 Ağustos 1979’da, Diyarbakır’ın Ofis semtinde, bir grup arkadaşıyla dolaşırken, eski 'yoldaş'larının organizeli saldırısına uğrayarak öldürüldü.
Tuhaftır! Kimlerde, ne yoksa, en çok onu dillendirirler. Kara-yüzlerine “devrimci demokratlar” maskesi geçirirler. Fakat yoldaş katili olmayı da marifet sayarlar. DDKD/KİP, oluorta kendilerini “devrimci demokratlar” olarak adlandırdılar. Oysa ki; bu demokratlığın altında toleranssızlık, tahamülsüzlük, muhalefeti sindiremezlik, daha ötesi, tartışma zeminine gelmeme ve işi silaha dökme esas yaklaşımları oldu. Sonuçları da yıkım oldu.
Aynı yaklaşım; DDKD-KAWA Hareketi ayrışmasında da yaşandı. DDKD'liler, Kawacıları buldukları yerde ve gözüne kestirdiklerine saldırmayı politika haline getirdiler. Kanlı bıçaklı bir ortam yarattılar. Diyarbakır'da, sokak sokak Kawacıların avına çıkarlardı. Yarattılan ortamda sayısız Kürd devrimcisi, karşılıklı öldürüldü. Buna yol açan; Ömer Çetin'in başında bulunduğu DDKD/ KİP'in, anti-demokrat yapısıydı. Ellerinde güç olmuş olsaydı, kimsenin şüphesi olmasın ki; devleti aratmayacaklardı. DDKD/KİP, bu siyasetiyle Kürd yurtseverlerine yönelerek epey can yakmış ve ocaklar söndürmüştür.
Читать дальше