Gençtik, geriydik, tecrübesizdik. Adam yokluğundan kaynaklanan zorunluluktan kendimizi birdenbire KAWA Hareketi Merkez Komitesi'nde bulduk. Oysa bizim gibi insanların bırakın Kürdistan devrimine soyunmuş bir örgütün MK’sinde yer almasını, karar kılıcı hiçbir biriminde yer almaması gerekirdi.
Fakat koşullar bizi MK'de yer almaya itti. Aslında sıradan bir kadro olarak ve sıradan bir biriminden yer alsaydık, daha yararlı olurduk diye düşünüyorum. Bu, her zamanki düşüncemdi, her zaman dile getirmişimdir. Aslında birçok arkadaşım da, bu düşüncesini dile getiriyordu.
Fakat o dönem bizden daha tecrübeli ve birikimli kimseler yoktu. Onlar olmayınca, bizimki bir yerde namus belasıydı. Birikim ve tecrübemiz ölçüsünde samimice mücadele ettik. Neyi başardık, neyi başaramadık tartışılan bir meseledir hala. Şimdi düşünüyorum da; keşke bizi yönetecek bir kadro yapılanmamız olsaydı. Bizde onların yol göstericiliğinde çalışmış olsaydık, kuşkusuz daha yararlı olurduk.
KAWA Hareketi, dünyanın en zor sorununu çözmeye girişti. Başaracağına inandı. Ama başaramadı. Başaramazdı. Çünkü KAWA Hareketi kadroları sanıyorlardı ki; bu iş istemekten ibaret. İstemek elbette bir işi başarmanın önkoşulu, ama sadece önkoşuldur bu. Fakat başarmak için başka meziyetlerin de olması gerekti. Bunun yanı sıra uluslararası koşulların buna uygun olması da gerekti. KAWA Hareketi kadrosunun bilince çıkaramadığı buydu. Tecrübesizdi, deneyimsizdi. İdeolojik, siyasi, politik, örgütsel, askeri, ekonomik olanaklar bakımından donanımlı değildi. Yanı sıra, önderlikte yer alanların kendini bu işe profesyonelce vermeyişleri kaybetmemize yol açan esas nedenlerden biri oldu. Bunu kişiler bazında oynadıkları rolleriyle birlikte kitabın içinde bulacaksınız.
Devrim profesyonel insanların eseridir. KAWA Hareketi önderliğinde yer alanların ezici çoğunluğu profesyonellikten çok uzaktı. Hep kaçak oynadılar. Örgütü ileriye taşımaktan öte geriye götürmenin çabası içinde oldular. Kendilerine devrimin çıplak askeri değil, seyircisi rolünü biçtiler. Bu durum alınan kararların yerine getirmesini engelediği gibi örgüt içinde daima iç sorunların doğmasına yol açtı. Örgüt profesyonel kadrosu bu mirasyedi unsurların bozucu rollerine karşı verdiği mücadele ile zaman tüketti. Düşmana karşı kullanılması gereken enerji bu alanda tükeltildi. KAWA Hareketi tarihi, bir yerde mücadelede samimi olanlarla olmayanların mücadele sahasına döndü. Bu mücadelede mirasyediler aşılamadı. Çok sonraları oynadıkları rol anlaşılsa da çok şey kaybedilmişti. Hareketi yeniden toparlamak artık çok geçti.
Bu nedenle KAWA Hareketi kaybetti. Kürd milleti de kaybetti. Mirasyediler kazandı mı; onlara sormak lazım. Kürd Milleti, önünde sonunda kazanacaktır. Eğer gelecekte çocuklarımız kazanacaksa; onlar, yaşanmış olanı mutlaka bilince çıkarmalıdır.
Bunları niye yazıyorum. KAWA Hareketi, soyunduğu misyonuna uygun ne bir teorik birikim ortaya koyabildi, ne de gözü kara bir pratik sergiliyebildi. Bunun nedeni önderlik yapan kadro yapısının durumunun buna müsait olmayışıydı. Tecrübesiz ve donanımsızdı. Kürdistan devrimine önderlik edecek kapasitede olmayışıydı. Bu nedenle kendisinden bekleneni yerine getiremedi. Tek bir cümle ile ifade edersem KAWA Hareketi sürekli önderlik bunalımı yaşadı. Başaramamanın esas nedenlerinden biri bu oldu.
Yaşanan süreçlerde kim ne rol oynadı objektif olarak vermeye çalışacağım. Kişileri anlatırken olumsuzluklarının yanı sıra, oynadıkları olumlu rollerini, kimi ile şu an yolum ayrılmakla birlikte, doğru olarak vermeyi ahlaki buluyorum.
Yazdıklarım, sürece bir nebzecik olsa da açıklık getirirse, bundan ancak bahtiyar olurum.
Hasan H. Yıldırım
Arayış
1970’li yılların başlarında, Türkiye'de askeri darbe yapıldı. Darbeyle birlikte, dönemin gençliği tutuklanmış, işkencelerden geçirilmiş, sindirilmeye tabii tutulmuş, akabinde de, 1970’lerin ortalarına doğru büyük çoğunluğu serbest bırakılmıştı.
Kürdlere ve Anadolu halklarının devrimci-demokratlarına karşı suç işleyen devletin askeri yapısı rolünü oynadıktan sonra, devreden kısmi olarak çekildi. Yakalanıp yargılananlar; bir “af” düzenlemesiyle, kaldıkları yerden devam etmek üzere, bir kez daha siyasal hareketliliğe dahil oldular. Dönem oldukça hareketliydi. Fırtınalı bir dönemin de başlangıcıydı o yıllar. Kürdistan’da 68 gençliği, yeni bir ses ve yeni bir duruştu. Bu duruş, askerin devlete el koymasıyla, kesintiye uğramıştı.
Dünya yeni bir arayışa girmiş, çalkalanıyordu: Asya, Afrika ve Latin Amerika'nın ezilen milletleri; “efendileri”ne baş kaldırıyor, kendi milli devletlerini ve sosyal düzenlerini kurma savaşını veriyorlardı.
Kürd gençliği; bu gelişmeleri gıpta ile seyrediyor, dünyada olup bitenleri anlamaya çalışıyor, değişik sonuçlara varıyor, kıran kırana bir tartışmanın içinde buluyordu kendini. Eski ve yeni kuşaklarıyla hem kendi içinde, hem de birbirleriyle ideolojik olarak çatışıyordu.
Kürd-Kürdistan'ın mevcut statükosu, toplumsal konumu, yeni statünün belirlenmesi, ona ulaşmanın yol ve yöntemleri, ülke ve dünyada dost ve düşman tanımlanmaları… Bütün bu konularda; yeni tespitler, değerlendirmeler ve hararetli tartışmalar sürüp gidiyordu.
Dünya genelinde yükselen güçlü bir sosyalizm dalgası sürece damgasını vuruyordu. Bunun yanı sıra sosyalizmin ezilen ve sömürülen halkların tek kurtuluş umudu olduğu görüşü, Kürd kadroları arasında giderek güç kazanıyordu. Kürdistan'ın statüsü araştırılmadan 1970'lerin ortalarında Kürdistan'ın kuzeyinde mantar gibi “işçi sınıfı”nı fetişleştiren parti ve örgütler boy veriyordu. Ama ortada işçi sınıfı yoktu. Fakat olmayan işçi sınıfı adına politika yapılıyordu. Örgüt ve parti kadrolarının hemen hemen hepsi ya okulu bittirmiş, ya da okulu terk etmişlerden oluşuyordu.
Mevcut örgütlerin tamamı kendini “Marksist-Leninist,” kendi dışındakilerini “küçük-burjuva,” olarak tanımlıyordu. Kıstas neydi denilirse, herkesin kendini haklı çıkaracak gerekçeleri vardı. Esas olarak ta, hangi örgütün dünya sosyalist hareketin bölünmesinde kimin safına düştüğü rol oynuyordu. İşin tuhaf tarafı, saflarında olduğuna inandıkları güçlerin Kürdistan sorununa bakış açılarından habersizdiler. Daha sonra bu anlaşılsa da süreç keseden yenilmişti. Eyvah denilse de ellerinin altından kayıp giden zamanı kimse geri getiremezdi.
Bu, bir yerde doğaldı. Kürd siyasal kadroları geri ve yetersizdi. Ne ülkeyi, ne dünyayı tahlil edebilecek siyasal-ideolojik bir donanıma sahiptiler. Bu açmaz, belli merkezlerde üretilen reçeteleri almakla aşılmaya çalışıldı. Bunun başka bir çaresi de yoktu. Fakat buna rağmen mevcut örgütler, sonuçta yenilseler de o süreçte Kürdistan'ın kurtuluşu için inançlı bir mücadele geleneğini yarattılar.
Kuzeyli örgütlerin sosyalizme yönelmeleri, aslında o günün uluslararası koşullarının bir sonucuydu. Dünyada güçlü sosyalist bir rüzgar esiyordu. Ezilen millet ve halkların kutuluşu sosyalizmde aranıyordu. Bu düşünce hakim bir hal almıştı. 1970'lerde siyasal arenaya çıkan Kürdistani örgütler kendilerini doğal olarak, M-L, sosyalist, erternasyonalist vs. olarak tanımladı. Bu sadece Kürdistan'ın kuzeyiyle sınırlı değildi. Kürdistan'ın diğer parçalarındaki siyasi örgütler için de bu böyleydi. Bu nedenle, zaman zaman yapılan “Kürd milli hareketinin yenilgisinin nedeni sol anlayıştır,” suçlaması yerinde bir tespit değildir. Meseleye böyle bakmak sol'a haksızlıktır. Yapılan, yaşanan o süreçte dünyadaki alt-üst oluşların sonucuydu.
Читать дальше