Ali Rıza Koşar'ın katledilmesi kararını veren toplum mühendisleri, neyi hedeflediklerini çok iyi biliyorlardı. Elazığ pilot bölge ilan edilmişti. Halk arasındaki çelişkilere oynanılacaktı. Bunun için de, halk tarafından sevilen sayılan biri kurban edilecekti. Karar kılıcılar, Ali Rıza Koşar'dan karar kıldılar. Tetikçilerine işi gördürdüler. Olayı fırsat bilen sivil faşistler, varolan Alevi-Sünni çelişkisine oynadılar. Olayı Alevilere yükleyip, Sünni kesimi yanlarına çekmeye çalıştılar. Bunu da başardılar.
Ali Rıza Koşar'a kurşun sıkanın Ali Akgün olduğu söylendı. Fakat Ali Akgün ben değilim dedi. Kuşkusuz O da olay yerineydi. Büyük ihtimale o sıkmamış olabilir. Sonra ki anlatımlara göre ortaya çıkan gerçek şu ki; Ali Rıza Koşar’in Dersimli Haydar’ın silahından çıkan kurşun ile katledildiğidir. Bu neyi değiştirir? Onlar, olmasaydı, bir başkası olurdu. Sorun, onlara bu emri verendi. Onların üstünde Dursun Karataş vardı. Onun da üstleri vardı. Onlar, devletin kendisiydi. Dursun Karataş, sadece ara bir halkaydı. Tıpkı Abdullah Öcalan gibi bulunmuş, eğitilmiş, kendisine örgüt kurdurtulmuş, önü açılmış, halk çocuklarının birer birer ve toplu olarak yok edilmesinin aktörü olmuştu. Sayısız insanın ölümüne imza attığı gibi, kendi yol arkadaşlarını da birer birer ortadan kaldırtmıştı.
Türk egemenlik sisteminin “solcu”su Dursun Karataş önderliğinde Dev-Sol/DHKP-C, komplo ve provokasyon örgütü olarak kuruldu ve varlığını kan dökerek sürdürdü. Zamanın gelmesi gecikmedi. Şimdi onun ismi, Ergenekon terör örgütü ile birlikte anılmaktadır.
Bu ve benzeri cinayetlerle bir taraftan yurtseverler, devrimciler katledilirken, yaratacakları örgütlerin önü alınırkan, diğer yandan sistemin kurduğu ve her alanda desteklediği “solcu” ve “Kürdçü” örgütlenmelerin önü açılma hedefleniyordu. Bunun en bariz bir örneği KAWA Hareketine yönelik gerçekleştirilen Qamişlo katliamıdır. Ergenekon yargılamalarında dava savcısının hazırladığı iddianamede “Qamişlo katliamı ile PKK’nin önü açılmıştı” diye tarihe not düşüyordu. Bu planlar sadece izaha çalıştığım olaylarla sınırlı kalmadı. Sürece yayılarak devam ettirildi. Her yol ve yönteme baş vuruldu. Değişik kılıklarla sahne aldılar.
Bunun mimarlarından biri, Türk egemenlik sisteminin derin “solcu”su Doğu Perinçek'ti. Aynı Perinçek, ikiz kardeşi Abdullah Öcalan'ı, danışıklı bir dövüş ile geniş kitlelere taşıyordu. Pilot Necati Kaya ve daha sonra Türk egemenlik sisteminin Ergenekon denilen özel bir örgütlenmesinin koruması altına alınan Abdullah Öcalan, Doğu Perinçek tarafından Kürdlere “önder” olarak sunuluyordu.
Doğu Perinçek ve Abdullah Öcalan, 1970'lerde kamuoyu önünde birbirlerine karşılarmış gibi bir izlenimin içinde oldularsa da, aslında Türk egemenlik sisteminin Kürd milli hareketini tasfiye etmek için, oluşturduğu aynı ekibin elemanlarıydılar. Daha sonra, özellikle 1980'lerin sonlarında bunun ipuçlarını verdiler. Perinçek, daha önceleri; “terörist, bölücü” olarak kamuoyu nezdinde teşhir etmeye çalıştığı Öcalan'ı, kendisiyle yaptığı röportajlarla, Türk kamuoyuna sevdirmenin büyük çabasını verdi.
Onu; “iki milliyeten halkın kurtarıcısı” olarak sundu. Kitleleri ona yönlendirmeye çalıştığı gibi mevcut diğer Kürd siyasal örgütlerini Öcalan'ın denetimine almanın çabasına girişti. Bunun bir örneği de, KAWA Hareketi’ne getirdiği öneriydi. Perinçek, 1991 yılında bir seminer vermek için, Paris'e gelmişti. Seminere, dinleyici olarak KAWA'dan insanlar da katılmış ve Perinçek, kendileriyle özel görüşmek istediğini iletmişti. Onlar, bu konudaki talebe; “olur” demiş ve sonrasında da görüşmüşlerdi.
Görüşmede, Perinçek; “Sizinle konuşmak istediğim mesele; PKK-KAWA ilişkisidir. Bizler Türk solu olarak, daha da güçlenmeniz için birleşmenizi istiyoruz. Size önerim, gelin PKK'ye katılın. Bu, hayırlı bir iştir ve her iki halkın da çıkarınadır,” demişti.
Kawacılar; “Bizim böyle bir düşüncemiz yok. PKK'ye katılma diye bir durumu düşünmek bile saçma,” diyerek Perinçek’i yanıtlamışlardı.
Perinçek'in bu önerisi, kendiliğinden bir öneri olmayıp Abdullah Öcalan ve sonuç olarak, Türk egemenlik sisteminin korkusunun bir sonucuydu.
KAWA Hareketi, 1990 yılında aldığı bir kararla, ülkeye dönüş yapmıştı. Avrupa ve Kürdistan’ın kuzeyinden birçok kadro, Kürdistan'ın doğu ve güney parçasına geçmiş ve örgütlü bir çalışma temposu tuturmuştu. 1991 güneydeki serhıldana katılmaları, çok yararlı işler yapmaları ve tüm alanlarda bunun yarattığı etki ve yankı, Türk egemenlik sistemini korkutmuştu.
Bunun önünü almak için; “solcu” ve “Kürtçü”sünü harekete geçirmişti. Her ne pahasına olursa olsun, KAWA Hareketinin önünü kesmeyi planlıyorlardı. Bir taraftan fiziki olarak yönelme, diğerinde de ajan sokma, yanı sıra PKK'ye katılımını sağlama çabalarını da eksiltmeden sürdürdüler. Perinçek'in getirdiği teklif, Kawacılar tarafından red edilince; Abdullah Öcalan, bu kez Celal Talabani'yi devreye koydu. Talabani vasıtasıyla; “Arkadaşlara selam söyle. Kendilerini devrimci görüyorum. Kendimize yakın görüyor ve konuşmak istiyorum. Beni ziyaret ederlerse devrimin yararına olur,” demişti.
Talabani, birkaç kez; Abdullah Öcalan'ın bu mesajını Kawacılara getirdi. Her defasında da kabul görülmedi. Bunun üzerine, 1992 yılında “çözümlemeler” adını verdiği paçavrasında; “Kawacılar görüldüğü yerde yakalanmalı, sorgulanmalı ve beraberinde infaz uygulanmalıdır…” diyor ve bu talimatı tetikçilerine iletiyordu. Bu belirlemesiyle birlikte, bir başka planı daha devreye koyuyordu. Bu her iki taktiğini de sürekli gündemde tuttu.
1992 yılında, DEP milletvekilerinden oluşan bir heyet, Hewler'e gelmişti. Güneyli güçlerle temaslarının yanı sıra, Abdullah Öcalan'ın kendilerine verdiği görev gereği; PKK ile KAWA Hareketi arasında aracı kılınmışlardı. Bu aracılığı da, YNK üzerinden yürüttüler. Aradaki elçilerin çabası sonucu, Hewler'de bir otel binasında görüşme sağlandı.
PKK adına, Tekin Kızılay ve yanında, hiç konuşmayan ve sürekli dinlemeye çekilen birisi bulunuyordu. KAWA Hareketi adına, Mehmet Müfit ve ben gitmiştik.
Her iki temsilci örgütlerinin yaklaşımını dile getirdiler. Tekin Kızılay; “Yakında Kürd Ulusal Cephesi çalışması başlayacak. İlk etapta sizinle görüşmek istedik. Serok Apo, sizinle görüşmek istiyor. Kendisini ziyaret ederseniz iyi olur,” dedi.
Mehmet Müfit; “Kürd Ulusal Cephesi çalışması olumlu ama bu nasıl olacak? Siz tüm Kürd milli hareketlerini Türk Genelkurmay’ın uzantısı olarak ilan ediyorsunuz. Bu konuda özeleştiri yapın. Kamuoyuna sunun, samimiyetinize inanalım. Bu olmadığı sürece Abdullah Öcalan ile görüşmemiz mümkün değildir,” dedi.
Bu görüşmeler tazeliğini korurken; Abdullah Öcalan, KAWA kadrolarına karşı tetikçilerini harekete geçirmişti bile. Azad ismindeki Güney’li biri; bilgi toplamak için, Dola Şewri'deki KAWA Hareketinin askeri kampına gönderilmişti. Kawacılar, bunun farkındaydı ve ona göre de tedbirlerini almışlardı. Günlerden bir gün; aynı kişi, yanında sakallı biri ile gelmiş ve misafir odasına alınmışlardı. Dışarıda da gereken tedbirler alınmıştı. Sakallı, ikide bir tuvalet ihtiyacını bahane ederek dışarıya gidip geliyor ve alınan tedbirleri de görüyordu.
Sohbet esnasında güneyli, bana belimdeki silahı işaret ederek; “Silaha merakım var. Silahına bakabilir miyim?” deyince, ben; “Merak edilecek bir şey yok. Bildiğin gibi tabanca. Kusura bakma, adetim değildir, silahımı kimseye vermem,” demiştim.
Читать дальше