Güneyli, sürekli konuşuyor ve yanında getirdiği sakallı ise, suskunluğunu sürdürüyordu. Bu durum, dikkatimden kaçmadı. Onu konuşmaya çekmek için, ona doğru bakarak sık sık soru sordum. Fakat çok uğraşmama rağmen sakallıyı konuşturamadım. Her sorulan soruya; o, ya başını sallıyor, ya da güneyli devreye girerek savuşturuyordu. Bir anormalliğin olduğu aşikardı, ama tutuklayıp işkence edecek halimiz de yoktu..!
Akşam yemeği masaya konulduğunda, sakallı; “Namaz vakti. Buyrun başlayın, ben size kavuşurum,” dedi. Arkamıza geçip, namaz vaziyetini aldı. Gerçekten inanarak mı bunu yaptı, yoksa başka bir niyeti mi vardı, bunu anlamak mümkün değildi o an. Fakat ne olur ne olmaz hesabıyla yerimden kalkarak, öksürükle dışarı çıktım. Kimseye herhangi bir şey çaktırmadan, iki silahlı arkadaşıma durumu anlattım. “İçeri girin ve hiçbir şey yokmuş gibi bir kenarda bekleyin, sakallıyı gözetleyin. En ufak bir yanlış yapması durumunda, afetmeyin..!” dedim.
Önce iki silahlı ve akabinde, kısa bir müddet sonra içeri girdim. Sakallı’yı görebileceği bir yere oturdum. Düşünülen olumsuz durum doğmadı, ama kuşkularımdan da haksız değildim. Yemekten hemen sonra; “işimiz var,” diyerek, kamptan ivedilikle ayrıldılar. Peşmergelerimiz, anayola kadar eşlik etti onlara. Yola vardıklarında, PKK’li küçük Mahir'in de aralarında olduğu, beş kişinin bir taksi ile hızla geçtiğini gördüler. Bu da, bir tesadüf müydü acaba, diye düşünmeden de edemedim.
Güneyli Azad, daha sonraları da peşimizdeydi. Aso Zagrosi, bir grup peşmerge ile görev gereği Süleymaniye'ye gitmişti. Aynı otobüse, güneyli Azad ta biner ve Aso, pek yüz vermese de; o, yalakalık eder ve yüzsüzce sorularını sorar durur. Gerçi hiçbir sorunun cevabını alamaz, ama Süleymaniye'de Aso nereye gidiyor ise, o da uzaktan takip eder. Aso; bu durumu farkettiğinden, tedbirli davranır.
Bunlar olup biterken; Duhok'ta, Kawacılara ait arabanın altına bomba konarak, havaya uçurma girişiminde bulunulur. Araba makarın önünde ve bomba zaman ayarlıdır. Bomba patlamadan, tesadüf bu ya; arabayla çarşıya gidilir ve araba hareket ettikten beş dakika sonra bomba patlar ve yer yerinden oynar. Mevsim yazdı. Akşam üzeriydi, karanlık basmıştı. İçerisi sıcak olduğundan; dama çıkıp volta atıyordum. Bombanın patlamasıyla, refleks olarak kendimi yüzükoyun yere attım, mermiyi silahıma sürdüm.
Patlamadan sonra kısa bir süreliğine, ortalığı bir sessizlik kapladı. Yüzükoyun sürüne sürüne merdivene varıp, aşağı indim. Makarda olanlar, bahçeye çıkarak siper almışlardı. Bir müddet sonra makarın olduğu sokak; ana-baba gününe dönmüştü. Herkes, evinin önüne çıkmış ve olayı konuşuyordu.
Sonrasında, Duhok emniyetinden bir ekip makara gelmiş, gereken bilgiyi alarak gerisin geri gitmişti. Araştırmalar neticesinde herhangi bir delil bulunulamadı, ama Emniyetin görüşü, PKK'lilerin yaptığı yönündeydi. Çünkü, daha önceleri yakaladıkları bir PKK'linin üzerinde, KAWA Hareketine ait makarın değişik cephelerinden çekilmiş resimler bulunmuştu. Ve bu konuda da uyarılmıştık. Anlaşılan Türk egemenlik sisteminin yapamadığını, Abdullah Öcalan’ın örgütü yapmaya çalışıyordu.
PKK ile Hewler’de görüşmemizden sonra bir baktık PSK'nin lideri Kemal Burkay, Türkiye KDP'nin lideri Hemreş Reşo, Rızgari'nin liderlerinden Ruşen Aslan, KUK lideri Dara Bekaa’da Abdullah Öcalan’ı ziyaret etmişler. Protokoller imzalanmış. Kürd Ulusal Cephesi’nin kurulacağı yönünde dünya kamuoyuna açıklamalar yapılmıştı. Akabinde tüm Kürd örgütlerine çağrı yapıldı. Ben kişi olarak bunun yürümeyeceği anlayışındaydım. Her ne kadar dışarıya karşı örgüt düşüncesini savunsam da örgüt içinde katılmamızın gereği yok diyordum. Fakat MK çoğunluğu tersi düşüncedeydi. Sonuçta cephe çalışmalarına katılındı. Kısa bir süre sonra bir el araya girdi. Sözde ilan edilecekten iş sessizliğe sevkedildi. Böyle bir çalışma oldu mu, olmadı mı kimse tartışmadı bile. Abdullah Öcalan bir kez daha Kürd örgütleriyle oynamıştı. Kürd ötgütleri bunun nedenini anlamak istemiyordu. Türk devletinin Abdullah Öcalan’a biçtiği misyonu anlamıyordu. Kürd millet potansiyelini tasfiye etmek için görevlendirildiğini kabullenemiyorlardı. Ona farklı misyon biçiyor, onu Kürd cephesinde görüyorlardı. Oysa, O, Türk devletinin bir projesiydi ve Kürd milli hareketini tasfiye etmek üzere görevli biriydi. Bu konuda üzerine düşeni fazlasıyla yaptı. Kürd/Kürdistan’ı insan ve coğrafyasıyla yaktı, yıktı. Sonra efendileri çık gel deyince “çıktığı Ankara’ya geri dönüş,“ yaptı. Dönüşünden bugülere de devlete “hizmet etmek“ için kendi deyimiyle “çok büyük çalıştı.“
ABD, Abdullah Öcalan’ı boşuna Türk devletine teslim etmedi. İsteseydi gümbürtüye getirebilirdi. Kürdlerin tepkisinden dolayı bunu yapmadı. Fakat Orta Doğu’da uyguladığı projeden dolayı ayaklarına dolanacağını bildiği için de alıp sahiplerine teslim etti. Alın ne hayrınız varsa görün dercesine. PKK’lilere de şu mesajı verdiler. ABD Büyükelçisi'nin, “Abdullah Öcalan, saygı görmeye değer bir şahsiyet değildir,“ dedi. Fakat görünen odur ki; PKK bunu anlamak istemiyor. Bunu ne kadar sürdürecekleri bilinmiyor ama onu mutlaka aşacakları da kesindir. Bu kitap yazıldığı süreçte bunun emareleri ortaya çıkmıştı bile.
İnancım odur ki; Kürd PKK’si Türk PKK’sini alt edecektir. Bu kaçınılmaz bir sonuç olacaktır. Çünkü Türk PKK’sinin başı Abdullah Öcalan’ın sokağa salınmasıyla birlikte sömürgeci devletlerin elinin altında KUKM’ne karşı kullanılan bir hareket oldu. Başta TC devleti tarafından KUKM’ne karşı kullanmak için kurullan bir örgütlenme oldu. Daha sonra Orta Doğu’ya açılmasıyla Kürdistan’i egemenliğinde bulunduran diğer üç devletin de KUKM’ne karşı kullandığı bir güç haline dönüştü.
Dört sömürgeci devletin Abdullah Öcalan sistemini, KUKM’ne karşı kullanması PKK’nin varediliş nedeni oldu. Zaman zaman dört sömürgeci devlet, PKK’yi birbirlerine karşı kullansalar da esas olarak Kürd milletine karşı kullanmak ortak yaklaşımları oldu. PKK de bu konuda üstüne düşeni fazlasıyla yaptı.
Abdullah Öcalan sistemi, mücadele tarihi buyuncu daima sömürgeci devletler hakkında olumlu bir hava estirdi. KUKM’ni veren Kürdistanlı politik güçler hakkında en olumsuz sıfatlar kullanırken, bir o kadar da sömürgeci devletler hakkında da olumlu sıfatlar kullandı. Abdullah Öcalan’ın başında olduğu Türk PKK’si, Kürdistanlı yurtsever politik güçlerden kendisini daima uzak tuttu. Onlara karşı daima düşmanca bir yaklaşımın ve yaptırımın sahibi oldu. Buna karşın sömürgeci devletlere olumluluklar yükledi ve onlarla her düzeyde ilişki geliştirdi. Onların gücünü arkalayarak KUKM’ni veren Kürdistan yurtsever harekete karşı savaştı.
Sömürgeci devletler hakkında söyledikleri Türk PKK’sini tanımak için yeterli derecede açık ve nettir. Sömürgeci yönetimlerle girdiği ilişkiler gereği bu devletlerin egemenliğindeki Kürd halkını mevcut yönetimleri desteklemeye yöneltme görevini üstlendi. Kürdistan halkının kendi haklarını almak için örgütlenmesi ve mücadele etmesini değil; Irak, İran ve Suriye devlet yönetimlerini desteklemeye yöneltti. Bunu “emperyalizme ve siyonizme karşı,” adı altında yaptı. Bunun en bariz örnegi Türk PKK’si-Suriye ilişkileri sonucu yapılanlardır. Türk PKK’si, Suriye muharabatıyla el birliği içinde bu parçadaki Kürdlerin tüm dinamiklerini yok etmeye çalıştı. Bu kunuda büyük bir tahribat yarattı.
Читать дальше