“Babam her zaman kibrit ve mum bulundururdu,” dedi. “Her zaman hazırlıklıydı. Sanırım, hala bunlardan bir dolap dolusu olmasını bekliyordum, ama yirmi sene sonra…”
Ağzını kapattı, bir anda babasının bir anısını anlattığının farkında vardı. Sıkça yaptığı bir şey değildi, genelde onunla ilgili hislerini derinlerde bir yerde gizli tutardı. Onun hakkında bu kadar rahatça konuşabilmesi onu şok etmişti.
“O zaman sadece burada kalabiliriz,” dedi Daniel nazikçe. Sanki Emily’nin acı verici bir hatırayı tekrar yaşadığını anlamıştı. “Ateşin yarattığı ışıkla görülebilecek bir sürü şey var. Biraz çay ister misin?”
Emily kaşlarını çattı. “Çay? Elektrik olmadan nasıl yapacaksın ki?”
Daniel bir meydan okumayı kabul edercesine gülümsedi. “İzle ve öğren.”
Ayağa kalktı ve bu büyük oturma odasından çıktı, birkaç dakika sonra kazana benzeyen yuvarlak demlikle geri döndü.
“Orada ne var?” Merakla sordu Emily.
“Oh, sadece hayatında içebileceğin en iyi çay,” dedi, kazanı alevlerin üzerine bıraktı. “Ateşte demlenmiş çay içmeden asla çay içmiş sayılmazsın.”
Emily onu izliyordu; alevlerin yüz hatları üzerinde dans ediyor onu daha da çekici yapıyordu. Görevine bu kadar odaklanmış olması da çekiciliğine katkı sağlıyordu. Onun pratikliği ve becerikliliğine hayran kalmaktan kendini alamıyordu.
“İşte, al,” dedi, ona bir bardak uzatarak daldığı hayal dünyasından çıkarmıştı. O ilk yudumu alırken ümitle izliyordu.
“Oh, bu gerçekten iyi,” dedi Emily. Sonunda kemiklerindeki üşüme hissini de atmış, rahatlamıştı.
Daniel gülmeye başladı.
"Ne?" Ona meydan okur gibi söyledi.
Daniel yanıtladı. “Sadece, henüz gülümsediğini hiç görmedim, hepsi bu,”
Emily bakışlarını başka yöne çevirdi, bir anda utangaçlık gelmişti. Daniel ile Ben birbirinden olabildiğine uzak iki adamdı; ama Emily’nin ona karşı hissettiği çekim kuvveti yine de çok güçlüydü. Belki başka bir zamanda ve yerde kendini duygularına kaptırabilirdi. Sonuçta yedi yıl boyunca Ben dışında hiç kimseyle birlikte olmamıştı, biraz ilgi ve heyecanı hak ediyordu.
Ama bunun için doğru zaman değildi. Bütün bunlar olurken, hayatı karmaşa içindeyken, zihninde babasından kalan hatıralar dönüp dururken olmazdı. Nereye baksa onun gölgesini görüyordu; küçük Emily’nin divanda oturan babasının yanına kıvrılmış halini, antika pazarında yeni bir şey keşfettikten sonra bir anda ağzı kulaklarında kapıdan giren daha sonrada saatlerce temizlemeye uğraşıp antikanın eski ihtişamını geri getiren halini. Peki şimdi bütün o antikalar neredeydi? Bütün o figürler ve sanat eserleri, hatıra çanak çömlek ve sivil savaş dönemine ait çatal bıçaklar? Ev hafızasında kaldığı gibi kalmamıştı. Zaman bu evi, Emily’nin hayal edemeyeceği kadar etkilemişti.
Bir zamanlar hayat ve neşeyle dolu bu odanın tozlu ve darmadağınık halini görünce Emily’yi başka bir keder dalgası vurdu.
“Burası nasıl bu hale geldi?” dedi haykırırcasına, sesindeki suçlayıcı tonlamaya mani olamadı. Kaşlarını attı. “Yani, senin bu eve bakman gerekiyor, öyle değil mi?”
Daniel Emily’nin aniden gelen saldırısı karşısında şaşırmıştı. Sadece biraz önce nazik ve hoş bir an paylaşıyorlardı. Saniyeler sonra onu sıkıştırmaya başlamıştı. Daniel soğuk bir bakış attı. “Elimden geleni yapıyorum. Bu büyük bir ev. Ve sadece bir ben varım.”
“Özür dilerim,” dedi Emily, anında geri çekilmişti, Daniel’ın karanlık ifadesinin nedeni olmak hoşuna gitmiyordu. “Üzerine gelmek istememiştim. Ben sadece…”Elindeki fincana baktı ve içindeki çay yapraklarını karıştırdı. “Burası ben küçükken bir peri masalından çıkmış bir yere benziyordu. Bilirsin ya, insanı kendine hayran bırakırdı. Çok güzeldi.” Tekrar yukarı baktığında Daniel’in onu dikkatle izlediğini gördü. “Burayı böyle görmek üzücü.”
“Ne bekliyordun ki?” diye yanıtladı Daniel. “Yirmi yol boyunca kaderine terkedilmiş”
Emily uzaklara üzgün bir bakış attı. “Biliyorum. Sanırım, o andaki haliyle kalmış olmasını hayal etmek istedim.”
Babasının zihnindeki görüntüsü gibi zaman içinde değişmeden kalmasını bekliyordu. En son kez gördüğü gibi, kırk yaşından bir gün bile yaşlanmamış halini. Zaman onu da, tıpkı eve yaptığı gibi etkilemiş olmalıydı. Emily’nin hafta sonu boyunca evi eski haline döndürme isteği daha da artmıştı. Evi eski haline döndürmek dışında bir şey istemiyordu, belki eski ihtişamını kazandırabilirdi. Belki de bunu yapmak babasını geri getirebilirdi. Onun şerefine yapmış olurdu.
Emily çayından son bir damla aldı ve yere koydu. “Yatmalıyım,” dedi. “Uzun bir gün oldu.”
“Tabii,” diye yanıtladı Daniel ayağa kalkarken. Hızlıca hareket etti, büyük adımlarla odadan çıktı ve koridor boyunca ön kapıya doğru ilerledi, Emily geride kalmıştı. “Kendini belada hissettiğin an beni ara, tamam?” diye ekledi. “Ben hemen şuradaki müştemilattayım.”
Emily, kızgın bir şekilde “İhtiyacım olmaz,” dedi. “Kendim yapabilirim.”
Daniel ön kapıyı açtı ve içeriye uçuşan kar taneleri girdi. Ceketinin içine saklandı ve omzunun üzerinden arkasına baktı. “Guru seni buralarda pek bir yere getiremez Emily. Yardım istemekte yanlış bir şey yok.”
Fazla gururlu olduğu iddiasının yanlış olduğunu söylemek, bağırmak, tartışmak istedi ama bunun yerine karanlığın ve uçuşan karların içinde kaybolan sırtını izliyordu, konuşamadı, dili tamamen bağlanmış gibiydi.
Emily kapıyı kapattı, dış dünyayı ve kar fırtınasıyla arasına bir engel koymuştu. Şimdi tamamen yalnızdı. Oturma odasındaki alevlerin ışığı koridora da düşüyordu ama merdivenleri aydınlatacak kadar güçlü değildi. Karanlığa doğru kaybolan uzun, ahşap merdivenlere baktı. Tozlu çarşafların üzerinde yatmak istemiyorsa cesaretini toplayıp zifiri karanlığın içine, üst kata çıkması gerekiyordu. Tekrar bir çocuk gibi hissetti, gölgelerle dolu bodrum katına inmeye ve orada onu bekleyen canavarları keşfetmekten korkuyordu. Tek farkı şimdi otuz beş yaşında olmasıydı, üst kata çıkmaktan çok korkuyordu çünkü terk edilmişliğin görüntüsü onun için zihninin yaratabileceği herhangi bir canavardan daha korkunçtu.
Bunun yerine Emily, oturma odasına gitti, alevlerin yayacağı son ısı parçasından da faydalanmak istiyordu. Kitaplıkta hala birkaç kitap duruyordu, Gizli Bahçe, Beş Çocuk, O, babasının ona okuduğu klasikler. Ama geri kalan? Babasının sahip olduğu onca şey nereye gitmişti? Tıpkı babası gibi kayıplara karışmışlardı.
Közler ölmeye başlamış, kasvetli ruh haliyle uyuşan karanlık etrafa çökmeye başlamıştı. Yorgunluğa daha fazla dayanamıyordu; artık o merdivenleri çıkma vakti gelmişti.
Tam oturma odasından çıktığı anda ön kapıdan gelen tırmalama sesini duydu. İlk aklına gelen bir çeşit vahşi hayvanın arta kalanların kokusuna geldiğiydi ama gelen sesleri çok daha akıllı bir yaratık yapıyor gibiydi.
Kalbi çarpıyordu, koridor boyunca ses çıkarmadan ilerledi ve kulağını kapıya dayadı. Duyduğunu düşündüğü şey gitmişti. Artık tek duyabildiği rüzgar sesiydi. Ama bir şey onu kapıyı açmaya itmişti.
Kapıyı açtı ve eşiğin hemen önüne bırakılmış mumları, lambayı ve kibritlerle karşılaştı. Daniel bırakmış olmalıydı.
Onları hemen içeri aldı, yardım teklifini istemeyerek kabul etmiş oluyordu, gururu batıyor gibiydi. Ama aynı zamanda ona yardımcı olan birisi olduğu için fazlasıyla minnet duyuyordu. Hayatını geride bırakıp buraya kaçmış olabilirdi ama burada tamamen yalnız değildi.
Читать дальше