Adam bir adım yaklaştı ve nihayet yüzü arabanın farlarından çıkan ışıkla aydınlandı. Çok yaşlıydı, kırışık suratı ve dalgalı beyaz saçları vardı. Emily’ye sonra da arabaya bakan gözleri koyu renkliydi ama merakla ışıldıyordu.
“Ne olduğunu bilmiyor musun?” diye sordu, hafifçe gülerek. “Nasıl olduğunu sana anlatayım. Bu araba külüstürden başka bir şey değil. En başta çalışmasına bile şaşırdım! Arabayla, uzun süredir hiç ilgilenilmiş gibi gözükmüyor, sonra da karda dışarı çıkarmışsın.”
Emily pek de dalga geçilmeyi kaldıracak modda değildi, hele ki adam haklıyken.
“Aslında New York’tan geliyorum. Sekiz saat boyunca gayet iyiydi,” dedi, ses tonu ağlamaklıydı.
Yaşlı adam fısıldayarak konuşuyordu. “New York mu? Ben, hiç… Bu kadar yolu neden geldin?”
Emily hikayesini anlatacak durumda değildi o yüzden sadece “Sunset Limanı’na gidiyorum,” dedi.
Adam daha fazla soru sormadı. Emily, yaşlı adamın ona yardım etmesini umarak durdu, parmakları soğuktan hızla hissizleşiyordu. Ama adam daha çok eski arabanın etrafında dolanıp, tekerlerini botunun ucuyla hafifçe tekmelemek, arabanın kalkmış boyasını baş parmağıyla ufalamak, kafasını sallamak gibi şeyler yapıyordu. Kaportayı açtı ve motoru uzun, uzun süreler arada homurdanarak inceledi.
“Yani?” dedi Emily sonunda, adamın yavaşlığı onu çıldırtıyordu. “Sorun neymiş?”
Arabanın önünden, sanki Emily’nin orada olduğunu unutmuş gibi şaşırarak, bakmış ve kafasını kaşımıştı. “Bozulmuş.”
“Onu biliyorum,” dedi Emily ters ters. “Peki tamir etmek için bir şeyler yapabilir misin?”
“Ah, hayır,” diye cevapladı adam kıkırdayarak. “Hiçbir şey yapamam.”
Emily çığlık atmak istiyordu. Uzun saatler araba kullanmanın verdiği açlık ve yorgunluk onu etkilemeye başlamıştı, neredeyse ağlayacaktı. Tek istediği uyuyabilmek için eve gidebilmekti.
“Ne yapacağım?” dedi umutsuzca.
“Birkaç seçeneğin var,” diye cevapladı adam. “Bir kilometre kadar ötedeki tamirciye yürüyebilirsin. Şu yönde.” Kırışık ve güdük parmağıyla Emily’nin geldiği yönü gösteriyordu. “Ya da gittiğin yere seni bırakabilirim.”
“Bunu yapar mısın?” dedi Emily, adamın kibarlığından etkilenmişti, uzun süredir New York’ta yaşadığından böyle şeylere alışık değildi.
“Tabii ki,” diye cevapladı adam. “Kar fırtınasının içinde, gecenin bu saatinde seni burada bırakacak değilim. Önümüzdeki saatlerde daha da kötü olacağını duydum. Tam olarak nereye gidiyorsun?”
Emily minnettarlıkla dolup taşmıştı. “West Sokağı, on beş numara.”
Adam merak içinde başını çevirdi. “West Sokağı, on beş numara mı? Eski, hırpalanmış ev mi?”
“Evet,” diye cevapladı Emily. “Ev aileme ait. Biraz yalnız başıma vakit geçirmeye ihtiyacım var.”
Yaşlı adam başını salladı. “Seni orada bırakamam. Ev yıkılmak üzere. Hatta içine su alıyor olması da muhtemel. Neden bana gelmiyorsun? Hemen bakkalın üstünde yaşıyoruz, ben ve eşim, Bertha. Seni misafir etmekten mutluluk duyarız.”
“Çok naziksiniz,” dedi Emily. “Ama şu anda gerçekten kendi başıma kalmak istiyorum. Yani beni West Sokağı’na kadar çekebilirseniz gerçekten çok sevinirim.”
Adam bir saniyeliğine karşı çıkacak gibi oldu ama sonra yumuşadı. “Peki küçük hanım. Madem ısrar ediyorsunuz.”
Adam arabasına gidip, onunkine yanaşırken, Emily bir rahatlama hissetti. Kalın bir ip çıkarıp iki arabayı birbirine bağlamasını seyretti.
“Benimle gelmek ister misin?” diye sordu. “En azından ısınırsın.”
Emily gülümsedi fakat başını salladı. “Tercihim…”
“Yalnız kalmak,” diye bitirdi onun cümlesini yaşlı adam. “Anladım. Anladım.”
Emily, adamda nasıl bir izlenim bıraktığını merak ederek arabasına bindi. Biraz deli olduğunu düşünüyor olmalıydı, çökmekte olan kar fırtınasına karşı biraz hazırlıksız ve inci giyimli, tamamen yalnız kalabilmek için yıkılmak üzere olan bir eve götürülmek isteyen bir kadın.
Önündeki araba hareket edince, arabası da çekilmeye başladı. Arkasına yaslandı ve hareket ederlerken camdan dışarı baktı.
Son birkaç kilometre boyunca gittiği yolun bir tarafında milli park diğer tarafında okyanus vardı. Karanlığın ve kar perdesinin arkasında okyanusu ve kayalara çarpan dalgaları görebiliyordu. Kasabaya girdiklerinde, okyanus kayboldu, otel ve pansiyonları, bot turu düzenleyen şirket binalarını, golf kurslarını geçerek New York’a göre hiç sayılacak ama daha yapılı yerlere geldiler.
Sonra West Sokağı’na döndüler, köşedeki kırmızı tuğlalı, sarmaşıklarla kaplı evi geçerlerken Emily’nin kalbi çok hızlı atıyordu. Yirmi yıl önce, buraya en son geldiği zamankiyle aynı görünüyordu. Mavi evi, sarı evi, beyaz evi geçtiler ve dudağını ısırdı, bir sonraki ev onlarınkiydi, gri, taş ev.
Daha önce olduğu gibi, yorucu bir nostalji duygusu Emily’yi sarsmıştı. En son buraya geldiğinde on beş yaşında, vücudu hormonları tarafından yönetilen, yaz aşkı arayışında bir gençti. Hiç yaz aşkı olmamıştı ama olabileceğinin heyecanını hatırlamak bile onu canlandırmıştı.
Öndeki araç durdu ve Emily’ninki de arkasından.
Daha tekerlekler dönerken Emily kendini dışarı attı ve bir zamanlar babasının olan bu evin önünde nefesini tutarak durdu. Bacakları titriyordu ve sonunda gelmek istediği yere gelebildiğinden mi yoksa bunca yıl sonra burada olmanın hissettirdiklerinden mi bilemiyordu. Sokaktaki diğer evler pek de değişmemişken, babasının evinin önceki ihtişamından eser yoktu. Bir zamanlar beyaz olan panjurları kir kaplamıştı. Bir zamanlar açık dururlardı ama şimdi hepsi kapalıydı, bu da evi eskiye oranla daha az davetkar kılıyordu. Emily’nin bitmeyen yaz günlerinde, romanlar okuyarak vaktini geçirdiği ön bahçedeki çimenlik şaşırtıcı bir şekilde iyi gözüküyordu ve kapının her iki yanındaki küçük ağaçlar budanmıştı. Ama evin kendisi… Buraya geldiğinde yaşlı adamın verdiği şaşkın tepkiyi şimdi anlıyordu. Çok bakımsız, sevgisiz ve harabe gibi duruyordu. Yıllar içinde evin bu duruma gelmiş olduğunu görmek Emily’yi üzmüştü.
“Güzel ev,” dedi adam yaklaşırken.
“Teşekkürler,” dedi Emily, sanki transtaydı, gözlerini eski binadan ayırmıyordu. Karlar etrafında uçuşuyordu. “Ve beni buraya dek tek parça halinde getirdiğin için teşekkürler,” diye de ekledi.
“Bir şey değil,” dedi yaşlı adam. “Bu gece burada kalmak istediğinden gerçekten emin misin?”
“Eminim,” diye cevapladı Emily, gerçi buraya gelerek büyük bir hata yapmış gibi hissetmeye başlamıştı.
“Çantalarını taşımana yardım edeyim,” dedi adam.
“Hayır, hayır,” dedi Emily. “Gerçekten, benim için bir sürü şey yaptınız. Bundan sonrasını ben halledebilirim.” Cebini karıştırdı ve katlanmış bir para buldu. “İşte, benzin parası.”
Adam önce paraya sonra ona baktı. “Almam,” dedi kibarca gülümseyerek. “Paran sende kalsın. Eğer ödeşmek istersen, kaldığın süre içerisinde bir gün Bertha ile evimize bir kahve ve turta için uğrayabilirsin belki?”
Emily elindeki parayı cebine geri sokuşturmaya çalışırken boğazında bir yumru hissetti. New York’un düşmanlığına karşın bu adamın kibarlığına şok oluyordu.
“Burada ne kadar kalmayı planlıyorsun?” dedi eline üzerinde telefon ve adres yazılı küçük bir kağıt tutuşturmaya çalışırken.
Читать дальше