Kapıyı kapattı ve birlikte koridorun sonunda bodrum katına inen kapının başına kadar yürümüşlerdi. Daniel hazırlıklı gelmişti. Bir fener çıkardı ve bodruma inen merdivenlere tuttu. Emily onu takip etti, belirsizliğe doğru indikleri sırada karanlık ve her tarafı sarmış olan örümcek ağları onu biraz korkutuyordu. Bu eski bodrum katı onu küçükken de korkuturdu ve oraya sadece çok nadiren inerdi. Burası eski tarz makineler ve evin işlemesini sağlayan mekanik şeylerle doluydu. Bunları gördüğü an bunun kendisini aştığını düşündü ve bir kez daha buraya neden geldiğini sorgulamasına neden oldu.
Neyse ki Daniel birkaç saniye içerisinde, sanki dünyanın en kolay işiymiş gibi kazanı çalıştırmayı becerdi. Emily, buraya gelişinin sebebi özgürlüğünü geri kazanabilmek olmasına rağmen, ona yardım edecek bir adama ihtiyaç duyuyor olmaktan biraz üzgün ve kızgındı. Tam bu sırada, Daniel’in köşeli ve sert çekiciliğinden ve ona karşı hissettiği inkar edilemez çekim kuvvetine rağmen hemen evi terk etmesine ihtiyacı olduğunu fark etti. Kendini keşif yolculuğu; o, evdeyken olacak bir şey değildi. Aynı arazide bulunmak yeterince kötüydü.
Kazanla işleri bittikten sonra ikisi de bodrum katından çıktılar. O pis kokulu ve nemli yerden tekrar evin ana bölümlerine dönmek Emily’yi rahatlatmıştı. Daniel koridorda, mutfağa doğru ilerledi ve Emily’de onun peşinden gitti. Boruları açmak için hemen işe koyuldu.
“Evi bütün kış boyunca ısıtmaya hazır mısın? diye seslendi tezgahın altından. “Çünkü, öbür türlü donarlar.”
“Ben sadece hafta sonu kalacağım.” diye yanıtladı Emily.
Daniel tezgahın altından çıktı ve ayağa kalktı, saçları her yöne dağılmıştı. “Bunun gibi eski bir evle çok uğraşmamalısın.” dedi ve başını salladı.
Ama her şeye rağmen su sorununu çözmüştü.
“Ee, sıcaklığı hissedemiyorum?” Daniel işini bitirir bitirmez sormuştu. Kazan çalışmaya başlamıştı, borulardaki sular da akıyordu ama bütün bunlara rağmen hala dondurucu bir soğuk vardı. Dolaşımı hızlandırmak için kollarını ovuşturdu.
Daniel güldü, bu sırada ellerini bir havluyla temizliyordu. “Mucizevi bir şekilde hemen ısınmayı bekleyemezsin ya. Gaz teslimatı için aramalısın. Benim tek yapabileceğim bu şeyi çalıştırmak.”
Emily hayal kırıklığı içinde iç geçirdi. Yani Daniel, olduğunu düşündüğü beyaz atlı prens değildi.
“Al,” dedi Daniel, kartvizitini uzatıyordu. “Burada Eric’in telefon numarası var. O senin için gaz getirebilir.”
“Teşekkürler,” diye mırıldandı. “Ama benim telefonum burada çekmiyor.”
Telefonunun nasıl hiç sinyal alamadığını, o boş çubukları ve ne kadar yalnız olduğunu hatırladı.
“Yolun biraz ilerisinde ankesörlü telefon var,” dedi Daniel. “Bu kar fırtınasında böyle bir şeye kalkışmazdım. Ayrıca, orası zaten şu an kapalıdır.”
“Tabii ki”, diye mırıldandı Emily, çaresizlik ve hayal kırıklığı içinde.
Daniel, Emily’nin üzgün hissettiğini ve hayal kırıklığına uğradığını fark etmiş olmalıydı. Başıyla oturma odasını işaret ederek “Senin için ateş yakabilirim,” diyerek teklifte bulundu. Kaşları bir şey beklercesine, hatta belki utanmışçasına kalkmıştı, bir anda çocuksu görünüme sahip olmuştu.
En azından bunu hak ettiği için onu yalnız bırakmasını isteyecekti ama bir şey onun tereddüt etmesine sebep oldu. Belki de evde Daniel’in olması daha onu az yalnız ve medeniyete daha yakın hissettiriyordu. Telefonun çekmemesini, Amy ile iletişim kuramamayı beklememişti ve bu soğuk geceyi yalnız başına geçirecek olması son derece yıldırıcıydı.
Daniel onun tereddüt ettiğini sezmiş olmalıydı çünkü daha Emily ağzını açamadan odadan çıktı.
Emily de peşinden çıktı. Gözlerindeki yalnızlığı okuyabildiği için ve ateş yakma bahanesiyle kalmayı teklif ettiği için ona karşı sessizce minnet duyuyordu. Daniel’i oturma odasında buldu; şömineye odun, kömür ve çıra diziyordu. Birden bire babasının şömine dibinde eğilmiş ustalıkla, bir sanat eseri icra edercesine özen göstererek ateş yaktığı anılar aklına geldi. Binlerce kere babasını bunu yaparken izlemişti, bunu hep çok sevmişti. Alevleri hipnotik buluyordu; şöminenin hemen önündeki kilimin üzerine saatlerce uzanır, turuncu ve kırmızı alevlerin dans edişini izlerdi. Alevin ısısı yüzünü yakana kadar orada kalabilirdi.
Şiddetli bir duygu Emily’nin boğazına tıkar gibi olmuştu, neredeyse boğacaktı. Babasını düşünmek, zihninde onu bu kadar net bir şekilde görmek uzun süredir bastırdığı gözyaşlarının gözlerinde toplanmasına sebep oldu. Daniel’in önünde ağlamak istemedi, zavallı bir kız çocuğu gibi görünmek istemedi. Bütün duygularını içine attı ve emin adımlarla odaya daldı.
“Aslında nasıl ateş yakılacağını biliyorum,” dedi Daniel’a.
“Oh, öyle mi?” Bir kaşını kaldırarak yanıtladı Daniel. “Buyur.” Kibriti uzattı.
Emily kutuyu açtı, bir dal kibrit çıkarıp yaktı, küçük turuncu alev parmaklarının ucunda titriyordu. Gerçekte, şimdiye kadar hiç ateş yakmamıştı, sadece babasını yakarken izlemişti. Ama babasının ateş yakışı hafızasında o kadar canlıydı ki bu konuda kendine güvendi. Diz çöktü ve Daniel’in en yığının en dibine yerleştirdiği çıraları yaktı. Birkaç saniye içinde alevler yükselmeye başladı, bu evdeki diğer birçok harika şey gibi alevin çıkardığı tanıdık sesler de rahatlatıcı ve nostaljik bir etki yaratıyordu. Alevler yükseldikçe kendiyle gurur duyuyordu. Ama çıkan siyah duman bacadan yukarı çıkmak yerine minik bulutlar halinde evin içinde dolmaya başladı.
Emily "KAHRETSİN!" diye haykırdı. Duman bulutları etrafını sarmıştı.
Daniel gülmeye başladı. “Nasıl ateş yakılacağını bildiğini söylediğini sanmıştım,” dedi, şöminenin klapesini açtı. Baca dumanı anında çekildi. “Ta-ta,” diye ekledi sırıtarak.
Etrafa yayılan duman inceldikten sonra Emily ona memnuniyetsizce bir bakış attı, onsuz yapamayacağı bu yardıma karşılık teşekkür etmek için fazla gurur yapmıştı. Sonunda ısındığı için rahatlamıştı. Kan dolaşımının başladığını hissetti, burnu ve parmakları tekrar ısınmıştı. Gerilmiş parmakları rahatlamıştı.
Şömine ışığı odayı aydınlatıyor, yumuşak bir turuncuya boyuyordu. Emily sonunda babasının eve doldurduğu antikaları görebiliyordu. Etrafında duran eski püskü, bakımsız eşyalara bir göz attı. Bir zamanlar yaz aylarını buradaki kitaplar okuyarak geçirdiği, ağzına kadar dolu olan uzun boylu kitaplık köşede duruyordu, içinde pek fazla kitap kalmamıştı. Pencerenin yanında eski bir kuyruklu piyano duruyordu. Şimdi akordunun bozuk olması şüphesiz; bir zamanlar, babası ona bir şeyler çalar o da şarkılar söyleyerek eşlik ederdi. Babası bu evden büyük gurur duyuyordu, şimdi ışığın aydınlığıyla onu böyle görmek Emily’yi üzmüştü.
Odadaki iki divan da beyaz çarşaflarla örtülmüştü. Emily onları kaldırmayı düşündü ama bunun bir toz bulutuna sebep olacağını biliyordu. O küçük duman bulutundan sonra ciğerlerinin buna dayanabileceğini sanmıyordu. Daniel şöminenin yanında samimi bir şekilde yerde oturmuştu, o da hemen onun yanına yerleşti.
“Ee,” dedi Daniel, ellerini ateşe tutmuş ısıtıyordu. “Sana biraz da sıcaklık yaratabildik. Ama evde elektrik yok ve sanırım çantana lamba veya mum koymayı akıl etmedin.”
Emily başını salladı. Bavulu anlamsız şeylerle doldurmuştu, işe yarar, burada kalmasını sağlayacak hiçbir şey yoktu.
Читать дальше