Eski şaşaasının sönük bir hayali, Galaksinin ağır ağır dönen çarkı boşlukta sarkıyor. Kuduz beynin eseri büyük, diş diş yırtıklar, kara, dipsiz yarıklar, yaralar, yaralar, yaralar, Galaksinin bir ucundan öbür ucuna kadar uzanıyor. Hava akımlarıyla sürüklenen yıldızlar, gelecek çağlarda bu yarıkları dolduracak, bu yaraları onaracaklar ama geçmişin kaybolmuş debdebesini hiçbir zaman geri getiremeyecekler.
İnsanoğlu bir zamanlar dünyasını terk etmiş olduğu gibi, şimdi de evreninden ayrılmak üzere. Sadece İnsanoğlu değil, İmparatorluğu oluşturmak için İnsanoğluyla elele vermiş, beraber çalışmış diğer bin soy da evrenden ayrılmak için, burada, Galaksinin sınırında toplanıyor. Aralarında Galaksinin tüm sonsuzluğu ve daha asırlar boyunca ulaşamayacakları hedefle burada, Galaksinin sınırında toplanıyor.
Uzun alev dili yıldızdan yıldıza atlıyor, yıldızlardan yıldızlara atlayarak evreni yalıyor. Saniyenin binde biri kadar bir süre içinde bin yıldız ölüyor. Galaksinin eksenini boylu boyunca, bir başından bir başına kadar diş diş dişleyip parçalamış, yarık yanık bırakmış olan donuk, bulanık, hayal meyal şekle enerjilerini akıtarak, bu akıl almaz boyutlarda azman, müthiş şekli, şimdi gayyaya sürülmüş, gayyanın dipsiz karanlıklarında yuvalanmış doymaz şekli enerjileriyle besleyip enerjileriyle doyurarak, enerjileriyle doyurup özleriyle beslemek için, saniyenin binde biri kadar bir süre içinde bin güneş ölüyor…
İmparatorluk artık evrenden ayrıldı. Kaderiyle başka bir yerde karşılaşmak için ayrıldı. Varisleri tarafsız beyinler tam boyutlarına ulaştıklarında, tam anlamıyla olgunlaştıklarında, Kuduz Beynin tekrar geri döneceğine inanıyoruz ama bu henüz çok uzaklarda bir gelecek olmalı.
Bu, galaktik uygarlığın ana hatlarıyla öyküsü. Çok önemli olduğunu sandığımız kendi tarihimize gelince, bu tarih henüz ayrıntılı bir tarzda inceleyemediğimiz gecikmiş bir bölümden daha fazla bir şey değil. Ayrıca daha eski, daha az maceracı ırkların birçoğu da dünyalarından ayrılmayı reddetmiş gibi gözüküyor ki bunların arasında direkt atalarımız da vardı.
Bu ırkların çoğu gerileme dönemine girip soyları sopları tükendi. Bizim dünyamıza gelince, aynı kaderi yaşamaktan kdı kılma kurtuldu. Gerçekte milyonlarca yd sürmüş olan geçiş dönemlerinde, geçmişle ilgili bilgiler yitiridi, ya da kasıtlı olarak yok edildi. Bu ikinci ihtimal daha olası gözüküyor. Çünkü biz İnsanoğlunun bu dönem süresinde hurufatçı bir barbarlık içine düştüğüne ve üzerinden hem güçsüzlük hem de başarısızlık duygusunu atmak için, tarihi değiştirip çarpıttığına inanmaktayız. İstilacılar efsanesinin bir uydurmadan, Shalmirane savaşının da bir masaldan başka bir şey olmadığına da hiç kuşku duymuyoruz, Shalmirane’in varlığı bir gerçek. Shalmirane’ın şimdiye dek üretilmiş en büyük silahlardan biri olduğu da bir gerçek ama bu silah zekası olmayan bir düşmana karşı kullanıldı. Eskiden Yer yuvarlağının tek bir dev uydusu vardı. Ay. Ay, Yer Yuvarlağının üzerine düşmeye başladığında ayı yok etmek için Shalmirane meydana getirildi ve ayın yok edilişi de hepinizin bildiği sayısız efsanenin uydurulmasına neden oldu.
Rorden durup biraz hüzünle gülümsedikten sonra devam etti:
— Henüz çözümlendirilmemiş başka paradokslar da var ama bunlar tarihçilerden ziyade ruh bilimcilerin sonuçlandırabileceği türden paradokslar. Kayıtlara gelince, benim kayıtlarıma, çok uzak geçmişteki tahrifatın izleri üzerlerinde hâlâ açıkça görülen benim kayıtlarıma bile yüzde yüz güvenilemez.
Gerileme döneminden sadece Diaspar’la Lys sağ salim çıktılar. Diaspar makinelerinin mükemmelliği, Lys’te kısmi tecridiyle sakinlerinin görülmemiş entellektüel gücü, müstesna yetenekleri sayesinde. Ama büyük, çok büyük bir çaba harcayarak eski uygarlık seviyelerine ulaştıklarında bile, her ikisinin de uygarlığı çarpık, kendilerine miras kalmış olan masallarla korkular yüzünden, çarpık, yoz uygarlıklardı artık.
Bu korkuların bize daha uzun süre musallat olmasına artık gerek yok. Artık bu korkulardan kurtulmalıyız. Geçmişi şimdiki zamana bağlayan tüm çağlar boyunca bu korkuları umursamayan ve Diaspar’la Lys arasında, zayıf da olsa bir bağı daima idame ettiren insanlar olduğunu artık bildiğimize göre, artık son engelleri de ortadan kaldırıp iki ırkı birleştirebilir, geleceğe doğru, bu gelecek neyi gösterirse göstersin, tek korkusuz bir ırk halinde ilerleyebiliriz.
Konuşurken Rorden’in yüzünde düşünceli bir ifade vardı.
— Yarlan Zey sağ olup da bu manzarayı görseydi ne derdi acaba? Kuşkusuz onaylamazdı.
* * *
Park büyük ölçüde değişmişti ve bu fazlasıyla kötüden betere doğru bir değişiklikti ama moloz yığınları temizlendiği zaman Lys’e giden yol hem açılmış, hem de artık herkese açık olacaktı.
Alvin yanıtladı.
— Bilmiyorum. Yürüyen yolları kapamış olmasına rağmen isteseydi pekâlâ yapabileceği gibi tahrip etmemiş olduğu için bilmiyorum. Bir gün parkla Lyndar’lı Alaiene’in gerisinde yatan öyküyü tümüyle öğrenmemiş gerek.
— Korkarım bu daha önemli sorunlar çözümleninceye kadar bekleyecek. Her ne olursa olsun ben Alaine’i oldukça iyi canlandırabiliyorum gözlerimin önünde. Bir zamanlar birçok ortak tarafımız olmuş olmalı.
Birkaç yüz metre boyunca sessizce, büyük kazının kenarını izleyerek ilerlediler. Yarlan Zey’in mezarı şimdi düzinelerle robotun var güçleriyle çalıştığı bir uçurumun hemen hemen dibinde asılı durmaktaydı.
Alvin birdenbire sessizliği bozdu.
— Aklıma gelmişken. Jeserac’ın Lys’te kaldığını biliyor muydunuz? Böyle bir şey herkesten beklenirdi de bir tek ondan beklenmezdi.
— Umulmadık taş, baş yararmış.
— Lys’i çok seviyor. Artık Diaspar’a dönmeyecek ve böylece de Konsey üyelerinden birinin yeri boş kalacak.
Rorden sanki bu konu üzerinde daha önce hiç düşünmemiş, bu boş yeri hiç umursamıyormuş gibi bir tavırla tekrarladı.
— Boş kalacak.
Daha kısa bir süre öncesine kadar aklının ucundan bile geçmeyen Konsey üyeliği, büyük bir olasılıkla, artık sadece zamana bağlı bir şeydi. En yaşlı üyelerden birçoğu, üzerlerine çığ gibi yığılmaya başlayan yeni sorunların altından kalkmaya muktedir olmadıklarını düşündükleri için, yakın bir gelecekte daha birçok üyenin de istifa etmesi, daha birkaç koltuğun da boşalması kaçınılmazdı.
Şimdi uzun ebedi ağaçlar bulvarından, mezara inen yamaca doğru ilerlemekteydiler. Bulvarın ucunu, Alvin’in bu tanıdık yere garip bir şekilde yabancı düşen gemisi kapamıştı.
Rorden sanki aklından geçenleri sezmiş gibi konuşmaya başladı:
— Esrarların en büyüğü hâlâ orada, karşımızda duruyor. Üstad kimdi? Bu gemiyle üç robotu nereden bulmuştu?
— Ben de kendime bunu soruyordum. Yedi Güneşlerden geldiğini ve yeryüzündeki uygarlık en düşük seviyesinde iken Yedi Güneşlerde oldukça ileri bir kültürün olabileceğini biliyoruz. Hatta eminiz. Gemiye gelince, İmparatorluğun ürünü olduğu açık. Ben Üstadın kendi ırkından kaçtığını sanıyorum. Üstadın belki de ırkının beğenmediği fikirleri vardı. Üstad bir filozoftu. Hem de milyonda bir rastlanan çapta bir filozof. Üstad atalarımızı dost ama hurafatçı bulup onları eğitmeye çalıştı ama atalarımız onu yanlış anlayıp, öğretilerini çarpıttılar. Büyüklerse İmparatorluk ileri gelenlerinden başkaları değildi. Ne var ki, terk ettikleri yer, Yer Yuvarlağı değil de, evrendi. Bilinen evrenin kendisiydi. Üstadın çömezleri bunu anlamadılar. Ya da buna inanmadılar ve tüm esatir ve örflerini, bu yanlış anlayış, yanlış değerlendiriş üzerine oturttular. Bir gün Üstadın yaşamını etraflıca araştırıp, geçmişini niçin gizlemeye çalışmış olduğunu öğrenmek niyetindeyim. Çok ilginç bir öyküyle karşılaşacağıma da hiç kuşkum yok.
Читать дальше