Kırmızı halısı olan bir koridordan yürüdü, iki yanı boyunca sıralanmış yarım düzine kamara vardı. Koridorun sonundaki merdivenlerden yukarı bir salona çıktı. Teknenin en içine kadar girmişti artık, daha da gidiyordu. Birçok misafir buraya kadar gelemezdi. Bu salonun sonunda bulunan geniş, çift kapılı girişe geldi ve kapıyı çaldı.
“Gel,” dedi bir adam.
Sol taraftaki kapıyı açtı ve içeri girdi. Bu oda onu her zaman hayretler içinde bırakmıştı. Burası, kaptan köşkünün hemen üzerinde bulunan ana yatak odasıydı. Tam karşısında, yerden tavana kadar uzanan 180-derecelik bir görüş açısı sağlayan pencerelerden teknenin yaklaştığı yer kadar sağında ve solunda bulunan her şey görünebiliyordu. Bu görüntü çoğunlukla açık deniz olurdu. Solunda, parti bölgesi haline getirilmiş yerde bir kanepe vardı. Aynı zamanda iki rahat sandalye, dört kişilik bir yemek masası, duvara asılmış dev, ince televizyon ve hemen altında dev, tek parça bir hoparlör. Köşede ise içinde likörlerin bulunduğu, cam kapılı, yüksek bir dolap.
Sağına doğru, özel yapım kocaman bir yatak ve hemen üzerine, tavana montelenen ayna duruyordu. Bu yatın sahibi eğlenmeyi seviyordu, yatakta dört hatta bazen beş kişi yatabilirdi.
Yatağın hemen önünde sahibi duruyordu. Altında ipek kumaştan, uçkurlu, beyaz bir pantolon ve ayağında terlik vardı, ve üzerinde başka bir şey yoktu. Uzun boylu ve koyu tenliydi. Muhtemelen kırklı yaşlarındaydı, saçlarına aklar düşmüştü ve kısa sakalları yeni yeni beyazlaşmaya başlamıştı. Derin kahverengi gözleriyle oldukça yakışıklı bir adamdı.
Vücut yapısı ve oranı mükemmeldi— geniş omuzları ve baklavalarına uzanan göğsü ve kuvvetli bacaklarının bağlandığı dar bir beli vardı. Sol göğsünde siyah, dev bir at dövesi vardı, bu bir Arap atıydı. Adamın bir sürü Arap atı vardı, onun için kişisel bir semboldü. Güçlü, maskulen, asil, tıpkı onun gibi.
Muazzam varlığıyla özel antrenörler, en iyi yiyecekler ve doğru hormon tedavilerini uygulayacak harika doktorlara kolayca erişebiliyor ve bu sayede son derece zinde, sağlıklı ve iyi dinlenmiş görünüyordu. Tek kelimeyle mükemmeldi.
“Çok sevgili Aabha. Bu geceden sonra kim olacaksın?”
“Omar,” dedi. “Sana bir hediye aldım.”
Omar gülümsedi. “Senden hiç bir zaman şüphe duymadım. Bir an bile.”
Bir el işaretiyle yanına çağırdı ve Aabha da ona doğru gitti. Ona tüpü verdi ama o, tüpe bir kez bile bakmadan yatağın yanındaki masaya koydu.
“Sonra,” dedi. “Bunu daha sonra düşünürüz.”
Onu kendisine doğru çekti. Aabha, onun kuvvetli kollarına doğru süzüldü. Yüzünü onun boynuna yasladı ve adamın kokusunu aldı. Kolonyasının aroması belli belirsiz öne çıksa da onun topraksı kokusu alttan alttan hissediliyordu. Bu adam temizlik manyağı değildi. Kokusunun alınmasını istiyordu. Aabha adamın kokusunu heyecan verici buldu. Onun hakkında her şeyi heyecan verici buluyordu.
Onu döndürdü ve yüzüstü yatağa yasladı. Aabha da istiyordu. Omar, onun kıyafetlerini çıkarırken ve vücudunu okşarken o, rahatsız olmuşçasına kıvrandı. Kısık ve derin sesiyle ona bir şeyler mırıldandı, normalde onu şoke edecek şeylerdi ama burada, bu odada, hayvani bir keyifle inlemesine sebep oluyordu.
*
Omar uyandığında kız gitmişti.
Bu iyiydi. Kız, onun tercihlerini biliyordu. Uyurken diğer insanların hareketlerinden ve çıkardığı seslerden rahatsız olur ve bu hiç hoşuna gitmezdi. Uyumak dinlenmekti. Güreş maçı gibi olmamalıydı.
Tekne hareket ediyordu. Tam zamanında, Galveston’dan ayrılmış ve Meksika Körfezi’nden doğru Florida’ya yönelmişlerdi. Yarın, Tampa yakınlarında demirleyecekler ve Aabha’nın getirdiği küçük tüpü karadan devam edeceği macerasına uğurlayacaklardı.
Masaya uzandı ve tüpü eline aldı. Kalın, sertleştirilmiş plastikten yapılmış, tepesi parlak kırmızı bir kapakla kapatılmış küçük boyutlarda bir şeydi. İçindeki şey kayda değer bir şeydi. Bir miktar tozdan ancak biraz farklıydı.
Öyle bile olsa…
Nefes kesici bir şeydi bu! Bu gücü elinde bulundurmak, yaşam ve ölümün gücü. Ve sadece bir kişinin yaşamı değil, birçok, birçok insan öldürebilecek olmanın gücü. Bir nüfusun tamamını öldürebilme gücü. Bir ulusu rehin alabilmenin gücü. Sınırsızca savaşmanın gücü. İntikamın gücü.
Gözlerini kapadı ve diyaframdan derin bir nefes aldı, sakinliği arıyordu. Galveston’a tam bir riskti, gereksiz bir risk. Ancak böyle bir silahın eline geçtiği ana tanık olmak için orada olmalıydı. Bu silahı tutmak, gücü ellerinde hissetmek istedi.
Tüpü tekrar masanın üzerine bıraktı, pantolonunu çekti ve yataktan çıktı. Üzerine bir Manchester United forması geçirdi ve güverteye gitti. Onu burada buldu, bir koltuğun üzerinde, yüzü engin denizlere ve gecenin karanlığına ve yıldızlara bakıyordu.
Kapının yanında bir koruma sessizce bekliyordu.
Omar adama bir işaret yaptı ve o da tırabzanlara doğru gitti.
“Aabha,”. Omar’a doğru döndü, uykulu olduğu gözlerinden okunabiliyordu.
İkisi de gülümsedi. “Harika bir şey yaptın,” dedi. “Seninle gurur duyuyorum. Belki artık uyuman gerek. ”
Başıyla onayladı. “O kadar yorgunum ki...”
Omar eğildi ve onu dudağından öptü. Kıvrımlarının ve hareketlerinin ve çıkardığı seslerin hafızasında bıraktığı izin tadına varırcasına doyasıya öptü.
“Sevgilim, dinlenmeyi sonuna kadar hak ettin.”
Omar korumaya doğru baktı. Uzun boylu, güçlü bir adamdı. Ceketinden plastik bir torba çıkardı, Aabha’nın arkasına doğru yürüdü ve bir harekette torbayı kafasına geçirdi ve sıkıca çekti.
Bir anda elektrik verilmiş gibi çırpınmaya başladı. Arkaya doğru uzandı ve adama vurmaya ve tırnaklamaya çalıştı. Ayaklarıyla kendini kaldırmaya çalıştı. Boşuna uğraşıyordu. Bu adamın gücüne karşı koyması imkansızdı. Adamın damarlarla çevrili kolları ve bilekleri son derece gergindi, kasları işini yapıyordu.
Şeffaf torbanın ardında gözleri kan çanağı olmuştu. Korku çaresizlik ifadesi bir maske gibi yüzünü sarmıştı. Ağzı bir dolunay gibi kocaman bir ‘O’ harfi şeklini almıştı, nefes almaya çalışıyor ama beceremiyordu. Oksijen yerine tek çekebildiği ince plastik torbaydı.
Vücudu kaskatı kesildi. Sanki ahşaptan oyulmuş bir kadın bedeni gibi, arkaya doğru bir yay oluşturuyordu. Vücudu git gide kendini saldı. Zayıf düşmüş ve kaderini kabullenip çırpınmayı bırakmıştı. Koruma onun yavaş yavaş sandalyeye inişine izin verdi. Onunla birlikte, onu yönetircesine sandalyeye doğru eğildi. Şimdi öldüğüne göre ona daha yumuşak davranıyordu.
Adam derin bir nefes aldı ve Omar’a doğru baktı.
Omar ise gecenin karanlığına doğru bakıyordu.
Aabha gibi iyi bir kızı öldürmek utanç vericiydi, ama o lekelenmişti. Yakın zaman içerisinde, muhtemelen bu sabaha kadar Amerikalılar tüpün kaybolduğunu anlamış olacaktı. Bundan kısa bir süre sonra da laboratuvardan en son çıkan kişinin Aabha olduğunu ve elektriklerin gittiği anda orada olduğunu çözeceklerdi.
Güç kaybının yeraltındaki kablonun kesildiği için meydana geldiğini, jeneratörlerin devreye girmeyişinin ise birkaç hafta önce dikkatlice yapılmış bir sabotaj olduğunu anlayacaklardı. Çaresizce Aabha’yı arayacaklar, ne pahasına olursa olsun onu bulmaya çalışacaklardı. Onu asla bulmamaları gerekiyordu.
“Abdul’den yardım al. Makine odasındaki ekipman dolabında boş kovalar ve hızlı kuruyan beton olacak. Aabha’yı oraya götür. Ayaklarını ve baldırlarını betonlayın ve okyanusun en derin yerine bırakın. Üç yüz metre veya daha derin olsun, lütfen. Elimizde veriler var, değil mi?”
Читать дальше