Luke ve Ed Mercedes’in açık bagaj kapağının arkasında duruyorlardı. Bagaj kapağının karartılmış camı onları evin pencerelerinden bir derece saklıyordu. Ed araca yaslandı. Luke Ed’in tekerlekli sandalyesini çıkardı, açtı ve yere koydu.
“Harika,” dedi Ed ve başını salladı. “Savaş arabam burada, ve çarpışmaya hazırım.” İç geçirdi.
“Olay şu,” dedi Luke. “Sen ve ben ortalıkta olmayacağız. SWAT içeri girdiğinde, rıhtıma bakan verandalı kapıda silahlı adamlar olacak, ve arka bahçeye bakan kapıya da koç başı. İşe yarayacağını sanmıyorum. Tahminimce arka bahçe kapısı çift katlı çelikten, yerinden oynamaz, veranda ise tam bir ateş fırtınası olacak. İçeride hayaletler var, ne yani kapıları tutmayacaklar mı? Hadi ama. Bence bizimkiler geri püskürtülecek. Umarım kimse vurulmaz.”
“Amin,” dedi Ed.
“İlk hareketin arkasından dolaşacağım. Bununla.” Luke bagajdan bir Uzi çıkardı.
“Ve bununla” Bir Remington 870 pompalı tüfek.
İki silahında ağırlığını hissetti. Ağırlardı. Bu ağırlık rahatlatıcı ve güven vericiydi.
“Polisler içeri girer ve güvenliği sağlarlarsa bu harika olur. Eğer giremezlerse kaybedecek zamanımız yok. Uzi’lerde Rus yapımı yüksek-basınç zırh-delici mermiler var. Kötü adamların giyebileceği çoğu zırhı delip geçebilen şeyler. Belki ihtiyaç duyarım diye bunlarla dolu yarım düzine şarjör getirdim. Koridorda çatışma olursa pompalı tüfeğe başvururum. Daha sonra kol, bacak, boyun ve kafa dilimleyeceğim.”
“Nasıl içeri girmeyi planlıyorsun?” dedi Ed. “Polisler içeri giremezse sen nasıl gireceksin?”
Luke aracın içine uzandı ve bir M79 bomba tüfeği çıkardı. Ucu kesilmiş, tahta kabzalı bir pompalı tüfeği andırıyordu. Ed’e verdi.
“Beni içeri sen sokacaksın.”
Ed, silahı iri ellerine aldı. “Güzel.”
Luke tekrar uzandı ve iki kutu M406 bombası çıkardı, kutu başına dört bomba vardı.
“Sokağın kenarında park edilmiş arabaların arkasından içeri doğru ilerlemeni istiyorum. Ben oraya ulaşmadan hemen önce duvarda benim için bir delik aç. Onlar kapıya odaklanmış, polislerin kapı kırarak girmesini bekliyor olacak. Biz de bunun yerine tam kucaklarına bir bomba atacağız.”
“Hoş,” dedi Ed.
“İlk atımdan sonra bir tane daha at, sadece iyi şans için. Sonra kendini korumak için yere yat.”
Ed, bomba tüfeğinin namlusu boyunca elini gezdirdi. “Sence bunu yapmak güvenli mi? Yani... içeridekiler senin ailen.”
Luke eve baktı. “Bilmiyorum. Ama gördüğüm olayların çoğunda rehinelerin olduğu oda ya üst katta ya da bodrumda olur. Sahildeyiz ve suyun derinliği bir bodrum katı için çok fazla. Yani tahminimce; eğer bu evdelerse üst katta, sağ uçtaki penceresiz odadalar.”
Saatini kontrol etti: 16:01
Tam vaktinde, mavi, zırhlı bir araç bütün gürültüsüyle köşeyi döndü. Luke ve Ed aracın geçişini izledi. Bu araç çelik zırhlı, silah çıkışları ve ışıklar gibi aksesuarları olan bir Lenco BearCat idi.
Luke, göğüs kafesinde bir karıncalanma hissetti. Korku. Endişe. Geçtiğimiz yirmi dört saat boyunca kiralık katillerin eşini ve çocuğunu kaçırdığı konusunda hiçbir şey hissetmiyormuş gibi yaptı. Arada bir gerçek hislerinin dışarı çıkmasına ramak kaldığı oldu. Ama onları hep geri bastırdı.
Şu an hislere yer yoktu.
Aşağıya, Ed’e doğru baktı. Kucağında bomba tüfeğiyle tekerlekli sandalyesinde oturuyordu. Sert bir yüz ifadesi vardı. Gözleri soğuk birer çelik parçası gibiydi. Ed, değerleri üzerine yaşayan bir adamdı, Luke bunu biliyordu. Sadakat, onur, cesaret ve iyi ve doğru olanın yanında kullanılan ezici güç. O bir canavar değildi. Ama şu an, belki de öyle olabilirdi.
“Hazır mısın?” dedi Luke.
Ed’in ifadesi pek değişmemişti. “Beyaz adam, ben doğduğumda hazırdım. Asıl soru, sen hazır mısın?”
Luke silahlarını doldurdu. Kaskını aldı. “Hazırım.”
Pürüzsüz siyah kaskını başına geçirdi, Ed’ de aynısını yaptı. Luke vizörünü indirdi. “Telsiz açık,” dedi.
“Açık,” dedi Ed. Ed’in sesi sanki Luke’un kafasının içindeydi. “Seni net bir şekilde duyuyorum. Hadi yapalım şunu.” Ed, oturduğu sandalyeyi itmeye başladı.
Luke onun arkasından “Ed!” diye seslendi. “Şu duvarda büyük bir deliğe ihtiyacım var. İçinden geçebileceğim bir şey.”
Ed bir elini kaldırdı ve devam etti. Bir süre sonra park halinde dizilmiş arabaların arkasında gözden kayboldu.
Luke, bagaj kapağını açık bıraktı. Hemen arkasına çömeldi. Bütün silahlarına hafifçe dokundu. Bir Uzi, bir pompalı tüfek ve iş o noktaya gelirse diye iki bıçak. Derin bir nefes aldı ve mavi gökyüzüne baktı. O ve Tanrı tam olarak hiç anlaşamamışlardı. Bir gün aynı noktada buluşabilseler bunun çok yardımı olurdu. Eğer Luke bir gün Tanrı’ya ihtiyaç duysaydı, o gün bugündü.
Şişman, beyaz ve yavaş hareket eden bir bulut ufukta süzülüyordu.
Buluta “Lütfen,” dedi Luke.
Bir an içinde çatışma başlamıştı.
Brown, mutfağın hemen yanındaki kontrol odasında duruyordu.
Hemen arkasındaki masada bir M16 tüfek ve dokuz-milimetre yarı-otomatik bir Baretta yatıyordu. Yanlarında üç adet el bombası ve bir gaz maskesi vardı. Ayrıca siyah bir Motorola telsiz.
Masanın yanındaki duvarda kapalı devre kameraları gösteren 6 küçük ekran set halinde asılıydı. Görüntüler siyah-beyazdı. Her ekran evin etrafına stratejik noktalara yerleştirilmiş kameralar yoluyla Brown’a gerçek zamanlı görüntü sağlıyordu.
Buradan, kayarak açılan cam kapıların dışını, liman ve rampaların olduğu rıhtımın üst kısmını görebiliyordu. Ayrıca; bütün limanı ve gemilerin limana girdiği kısmı; evin yanındaki çift katlı çelikten yapılmış kapının önünü; bu kapının açıldığı antreyi; üst kattaki koridoru ve koridorun sokağa bakan penceresini; sonuncu olmamakla birlikte Luke’un eşinin ve oğlunun sessizce, başları örtülü şekilde oturduğu penceresiz sorgu odasını.
Bu eve sürpriz etkisiyle girmek mümkün değildi. Masada duran klavye sayesinde limana bakan kameranın kontrolü sağlanabilirdi. Balıkçı teknesini kadrajda ortalayana kadar kamerayı kaldırdı, görüntüyü yakınlaştırdı. Geminin yan tarafında kurşun geçirmez yelekli üç adam gördü. Demir alıyorlardı. Birazdan bu tekne hızla yanaşıyor olacaktı.
Brown arka veranda kamerasına geçti. Kamerayı evin yanına bakacak şekilde çevirdi. Yolun karşısında duran kablo şirketi aracının ön ızgarasını ancak görebiliyordu. Önemi yoktu. Üst kattaki pencereye yerleştirdiği adam silahını buraya doğrultmuştu.
Brown iç geçirdi. Yapması gereken şeyin polisleri telsizden uyarmak, neler döndüğünün farkında olduğunu bildirmek olduğu düşündü. Kadını ve çocuğu aşağıya indirebilir ve kaydırılarak açılan camdan doğru elindeki kozu gösterebilirdi.
Çatışma ve kan gölü yerine direkt sonuç vermeyecek müzakerelere geçebilirlerdi. Böylece, belki birkaç can bağışlanmış olurdu.
Kendi kendine gülümsedi. Bu, bütün eğlenceyi sonlandırırdı, değil mi?
Antre görüntüsünü kontrol etti. Aşağıda üç adamı vardı, iki Sakallı ve bir de Avustralyalı olarak bildiği biri. Adamlardan biri çelik kapıya bakıyor, diğer ikisi de arkadaki cam kapıya. Asıl zafiyet cam kapı ve dışındaki verandaydı. Polislerin bu kadar ileri gitmesi için bir sebep yoktu.
Arkasına uzandı ve telsizi kaptı.
Читать дальше