Artık daha fazla dayanacak hâlim kalmayınca bir kutu ayvanın hepsini yiyip son gazozu da içtim ve geri kalan her şeyi bir yere gizleyip battaniyelerden bir tanesini de orada bıraktım. İki battaniyeyle ne yapacaktım ki? Yükümü ne kadar hafifletsem o kadar iyiydi. Üstelik çok fazla ısı yayıyorlardı ve çantayı taşırken sırtımın kavrulduğunu hissediyordum çünkü tişörtüm terden sürekli vücuduma yapışmış vaziyetteydi ve bu da çok rahatsız edici bir histi. Ayrıca, muhtemelen susuzluktan, hiç geçmeyen bir baş dönmesi de başlamıştı. Buna hiç şaşırmamıştım çünkü kutu içeceklerin içtiğiniz anda susuzluğunuzu giderir gibi olduğunu ama aslında su ihtiyacınızı çok karşılamadığını biliyordum. Okuldan bir arkadaşım buna, içerdiği şeker yüzünden yoyo etkisi derdi.
Karanlık çökmeye başladığından ve bir daha ağaç tepesinde öyle rahatsız uyumak istemediğimden korunaklı bir yer arayıp toprağın kuru olduğu bir yerde yaprak ve yeşil dallardan incecik bir şilte yaptım, küçük battaniyeyi üzerime örtüp sırt çantasını da yastık yaparak kıvrılıp yattım ve uykuya daldım. Ormanda ilk tam günümü geçirmiştim ve çoktan bıkkınlığın da ötesine geçmiştim. Çok yorgundum ve bunun ne şekilde olursa olsun bir son bulmasını umuyordum.
ÇİLEMİN BAŞLANGICI
Bir şey bana saldırıyor, tüm bedenim kaşınıyordu. Bağırarak ayağa fırlayıverdim, uykudan eser kalmamış, tamamen ayılmıştım. Ellerime baktığımda büyük başlı kırmızı karıncalarla kaplı olduklarını gördüm. Tüm vücudumu karınca sarmış, her yerimden ısırıp duruyorlardı. Üstümü başımı yırtarcasına kıyafetlerimi çıkardım ve acıdan bağır çağır inleyip zıplayarak kopmuş kertenkele kuyruğu gibi kıvrım kıvrım kıvranırken ellerimle de vücuduma vurup karıncaları ezmeye çalıştım. Bir kısmı ağzıma kaçınca tekrar tekrar tükürmek zorunda kaldım. Bazılarıysa burnumla kulaklarıma girmişti, her yerimde geziyorlardı. Âdeta bir kovan dolusu arı topluca bana saldırmaya karar vermiş gibiydi. Yavaş yavaş karıncalardan kurtuldum ama üzerimde hiç karınca kalmadığından emin olmam on dakika kadar sürdü. Yattığım yerden ucu bucağı görünmeyen bir karınca 9sürüsü geçiyordu. Karıncaları def etmek için kendime vurmaktan her yerim kızarmış, vücudum o lanet böceklerin ısırığından bile daha kırmızı renkte kızarıklıklarla dolmuştu. O kadar kaşınıyordum ki kaşımaya nereden başlayacağımı bilemiyordum. Artık üzerimde hiç karınca kalmamış olmasına rağmen bazen bir şeyler bedenimde hızlı hızlı geziniyormuş hissine kapılıp kontrolsüzce titremeye başlıyordum.
Sinirim biraz yatıştığında çantamı, battaniyeyi ve etrafa saçtığım kıyafetlerimi yerden alıp üzerlerindeki karıncaları silkeledim. Sadece spor ayakkabılarımı giyip geri kalanını çantama koydum. Birkaç taşla dal alıp öfkeyle küfürler saçarak, ip gibi dizilmiş karınca sürüsüne attım. Bir süre kendimi kaybedip öfkeye teslim oldum: Evet, her şeyin sorumlusu karıncalardı, karıncaları öldürmem gerekiyordu, beni bu saçma sapan duruma onlar düşürmüştü ve bedelini de ödeyeceklerdi. Zıvanadan çıkmışçasına bir öfkeyle, âdeta durdurulamaz hararetli bir yok etme arzusu tarafından ele geçirilmişçesine üzerlerine basıp durdum. Birkaçı bacaklarıma tırmanıp beni tekrar ısırsa da hiçbir şey hissetmiyordum, acı hissim bir anlığına yok olmuş gibiydi. Aklımda sadece tek bir şey vardı: karıncaları öldürmek. Yerdekilerin üzerinde tepinip tekmeler savurdum, üzerimdekileri de bacaklarıma, kollarıma ve göğsüme çat çat vurarak ezdim. Birkaç dakikalığına tek savaşım, tek gayem bu olmuştu: tepinmek, ellerimle çat çat vurmak ve çok uzun süredir bastırdığım öfke ve içerlemişlikle bağırıp çağırmak. Öfkeli bir Güliver, Lilliput dünyasını yok ediyordu âdeta. Sonra birkaç adım geri çekildim ve yere yığılıp orada bir süre öylece kaldım; yitik, tamamen kaderine boyun eğmiş, hiçlik ve boşluk dışındaki her şeyden bihaber vaziyetteydim. Neden sonra kendime geldim. Gece yakınlarda bir yerlerde su aktığını duyar gibi olmuştum. Çırılçıplak, hiçbir şeyi umursamadan, titreyerek ve tüm bedenim kaşınarak elimde sopa sırtımda çanta suyu aramaya koyuldum. Ardımda sayısız ezilmiş karınca bırakmıştım, hayatta kalanlarsa o bilindik çılgın danslarını yaparak oradan oraya koşuşturuyordu.
Kulağım cidden beni yanıltmamıştı. Aşağı yukarı beş metre genişliğinde bir dere gözümün önünde ormanın ortasından akıp gidiyordu. İlk önce ayakkabılarımı çıkarıp kendimi suya atmak istedim ama sonra sülüklerle ilgili bir şeyler hatırlayınca dikkatimin bir anlığına da olsa umutsuzluğumun önüne geçmesine izin vererek dere kenarından suyu dikkatle inceledim. Sülüklerin vücuduma yapışıp kalarak kanımı emmesi düşüncesi bile tüylerimi diken diken ediyordu. Suya elimle dokunduğumda soğuk olsa da içine girip biraz durmamı engelleyecek kadar soğuk olmadığını fark ettim. Suda birkaç değerli küçük renkli balık dışında hiçbir şey görmedim. Kimileri diğerlerinden daha renkliydi ve yenemeyecek kadar küçük, öldürülemeyecek kadar da güzellerdi. Vücutları uzun ve düzdü, kuyrukları üç kısımdan oluşuyordu ve ortadaki kısım kuş tüyüne benziyordu, gözleri başlarıyla orantılı biçimde büyüktü ve vücutları alacalı mavi renkteydi fakat güneş ışığı vurduğunda pullarında maviden menekşeye kadar inanılmaz çeşitlilikte renk mat bir ışıkla parlıyordu 10. Gözüm pirana ve timsah gibi başka hayvanları da aradı ama hiçbir şey göremedim. Ben de biraz su içtikten sonra suya girmeye karar verdim.
Önce elimdeki sopayla zeminin sağlam olup olmadığını kontrol edip suyun içine doğru biraz ilerledim. Ayakkabılarımı çıkarmadım çünkü bir böcek ısırır ya da ayağıma bir şey batar diye korkuyordum. Suyla havanın sıcaklık farkından dolayı suyla ilk temasımda soğuktan ürpersem de hemen alıştım. Uzun vücutları ve kararlı manevralarıyla canlı renklere sahip birkaç yusufçuk etrafımda uçuşuyordu. Etrafta oradan oraya uçuşan ya da sanki bir buz pistindeymiş gibi suyun üzerinde hızla seğirten bir sürü böcek de vardı.
Su dizlerime gelene kadar ilerlediğimde durup tüm vücudumu ellerimle ıslattım. Suyun sayısız karınca ısırığı ve şişmiş dizimdeki çiziklerin üzerindeki ferahlatıcı etkisi tarif edilmez bir rahatlama hissi yaratmıştı. Suyun içinde olup her şeyi unutarak her saniyeden haz almak bende derin bir rahatlamaya sebep olmuştu. Gözlerimi kapatıp nefesimi tutabildiğim kadar tutarak kafamı suya soktum, her yerimi saran serinleme hissiyle tenimi nazikçe okşadım. Kısa bir anlığına da olsa tüm sorunlar, kafamı meşgul eden her şey kaybolmuştu. Susuzluğumun tamamen dindiğini hissedinceye kadar da kana kana su içtim. Ne pahasına olursa olsun hayatta kalmaya kararlı bir şekilde sudan çıktığımda moralim yerine gelmiş, zihnim de savaşa hazırdı.
Yakınlardaki bir ağaçtan bir gürültü gelince hemen çalıların arasına saklandım. Bulmuşlardı işte beni, hem de çırılçıplak ve savunmasız. Şimdi beni öldürecekler, acımasızca katledecekler, vahşi bir hayvan gibi kurban edeceklerdi. Ölmek istemiyordum, acaba onları yanlış yöne çekebilir miydim? Biraz huzuru hak etmemiş miydim? Karıncalardan yeterince çekmemiş miydim? Juan’ın isyancılar tarafından kurşunlarla delik deşik edilişi film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başlamıştı. Kazadan sonra alnından kanlar akan Alex’in koltuktaki cansız bedeni bana bir kez daha ıstırap veriyordu. Kendimi isyancıların kurşunlarıyla açılan yaralardan kanlar akarak koca bir ağacın dibinde yatarken hayal ettim. Ben acılar içinde kıvranırken isyancılar da bana gülüyordu. Ah o acı… Ağaçları gözlerimle tarayıp sonunda sesin kaynağını buldum: kuyruğu kendisi kadar uzun, yüzü maviye çalar bir renkte, yaklaşık yarım metre boyunda bir maymun. Kafasının her iki yanında gözüyle kulağı arasından bir tutam koyu renkli kıl fışkırıyordu, gözlerinin üzerinde de eğik bir açıyla çıkan beyaz tutam tutam kıl vardı, beyaz renkteki boğazı, göğsü ve karnı dışında vücudunun büyük bölümü sarımsı kahverengiydi 11. Belki de kaderimde o gün ölmek yoktu. Yavaş yavaş, daldan dala atlayıp ciyak ciyak bağıran başka maymunlar da belirdi ve toplam beş tane oldular. Herhalde oyun falan oynuyorlardı çünkü bir dalın üzerine tüneyip çığlıklar atarak büyük bir enerjiyle dalı sallamaya başladılar. Belki de çiftleşme dönemindeydiler, hiçbir fikrim yoktu, ama çok büyük bir gösteri sergiliyorlardı. Kalp atışlarım yavaş yavaş normale döndü. En son içlerinden bir tanesinin yerden bir şey alıp yediğini gördüm, yediği şey benim durduğum yerden çıyana benziyordu.
Читать дальше