“Efendim!” diye seslendi birisi.
Erec başını kaldırınca, geminin direğinin tepesindeki bir askerin ufku işaret ettiğini gördü. Oraya bakarken, gemileri nehirdeki bir kıvrımı döndü ve akıntılar hızlandı. Erec askerlerle kaynayan, nehrin kenarında adamların nöbet tuttuğu bir İmparatorluk kalesi görünce kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Sadece ve kare biçimli taş bir binaydı ve alçaktı. İmparatorluk ustabaşıları etrafına dizilmişlerdi, ama hiçbiri nehri izlemiyordu. Tam aksine, köylülerle dolu olan aşağıdaki köle köyünü izliyorlardı. Askerler acımasızca köylüleri kırbaçlıyor, ağır işçilik yaptırarak sokaklarda işkence ediyordu; askerlerse onlara bakıp bu manzaraya gülüyorlardı. Erec öfkeden kızardı ve köylülere karşı uygulanan bu adaletsiz tavra sinir oldu. Nehirde başka bir yöne saparak doğru şeyi yaptığını hissediyordu ve yapılan hataları düzeltip bunu onlara ödetmeye de kararlıydı. İmparatorluğun gaddarlıkları arasında bu olay sadece bir damla olabilirdi, ama özgürlüğün birkaç kişi için bile ne demek olduğunu hafife almamak gerekirdi.
Erec kıyıların İmparatorluk gemileriyle dolu olduğunu gördü; gemiler çok sıkı korunmuyordu, çünkü kimse bir saldırı olacağını düşünmüyordu. Tabii ki düşünmezlerdi: İmparatorlukta düşman güçler yoktu. Daha doğrusu, büyük İmparatorluk ordusunu korkutacak güçte birileri yoktu.
Ama Erec vardı.
Erec adamlarının sayısının az olduğunu biliyordu, ama onları gafil avlamak gibi bir avantaja sahiplerdi. Yeteri kadar hızlı bir saldırı gerçekleştirebilirlerse, belki de onları alt edebilirlerdi.
Adamlarına bakınca, Strom’un hevesle onun emrini beklediğini ve yanında durduğunu gördü.
“Benimle birlikte geminin komutasını al,” dedi Erec erkek kardeşine. Kardeşi bunu duyar duymaz harekete geçti. Güvertede koştu, tırabzanlardan yanlarındaki gemiye atladı ve derhal pruvaya gidip idareyi ele aldı.
Erec kendi gemisinde etrafına toplanan ve emirlerine bekleyen askerlerine döndü.
“Geldiğimizi onlara belli etmek istemiyorum,” dedi. “Onlara mümkün olduğunca çok yaklaşmalıyız. Okçular… Hazır olun!” diye bağırdı. “Geri kalan askerler, mızraklarınızı alın yere eğilin!”
Askerlerin hepsi pozisyonlarını aldılar ve tırabzanın önünde iyice yere eğildiler. Erec’in askerleri sıra sıra dizilip mızraklarını ve yaylarını hazırladılar. Hepsi iyi eğitilmiş askerlerdi ve sabırla Erec’in emirlerini bekliyorlardı. Akıntılar hızlandı, Erec İmparatorluk birliklerine yaklaştıklarını gördü. Damalarında o tanıdık akımı hissetti: Havada savaş kokusu vardı.
Giderek daha da yaklaştılar. Artık aralarında hemen hemen yüz metre kalmıştı. Erec görülmediklerini umuyor, kalbi hızla atıyordu. Etrafındaki adamlarının sabırsızlandığını ve saldırmaya hazır olduklarını hissedebiliyordu. Sadece menzile girmeleri gerekiyordu. Kat ettikleri her kulaç su ve karada her adım son derece değerliydi. Bir tek mızraklarını ve oklarını kullanabilirlerdi ve ıskalama şansları yoktu.
Haydi, diye düşündü, biraz daha yakınlaşmamız gerek.
İmparatorluk askerlerinden biri nedensiz yere dönüp ve suya bakınca Erec’in kalbi duracak gibi oldu. Adam şaşkınlıkla gözlerini kıstı. Onları görecekti, ama daha çok erkendi. Henüz menzile girmemişlerdi.
Yanında olan Alistair de bunu gördü. Erec savaşa erken başlamaları için emir veremeden, Alistair ayağa kalktı ve gayet sakin ve kendine güvenen bir ifadeyle avucunu havaya kaldırdı. Avucunda sarı renkli bir top belirdi. Kolunu geriye çekip öne doğru savurdu.
Erec ışık küresinin tepelerine yükselip bir gökkuşağı gibi aşağı süzülüşünü ve üstlerine gelişini hayretle izledi. Çok geçmeden, bir pus belirdi, görüş alalarını kapattı ve onları İmparatorluğun gözlerinden korudu.
İmparatorluk askeri şaşkınlıkla pusa bakarak nerede olduklarını görmeye çalıştı. Erec döndü ve bir kez Alistair’in yardımı olmadan başlarının dertte olacağını fark ederek ona gülümsedi.
Erec’in filosu tamamıyla gözlerden gizlenmiş bir halde yol almaya devam etti e Erec Alistair’e minnetle baktı.
“Avucun kılıcımdan daha güçlü, leydim,” dedi eğilip.
Alistair gülümsedi.
“Bu, hala senin kazanman gereken savaş,” dedi.
Rüzgârlar onları daha da yakınlara taşıdı. Erec adamlarının hepsinin oklarını ve mızraklarını fırlatmak için sabırsızlandıklarını gördü. Bunu gayet iyi anlıyordu, çünkü onun da mızrağını tutan avucu kaşınıyordu.
“Daha değil,” diye fısıldadı adamlarına.
Pusların arasından geçerlerken, Erec İmparatorluk askerlerini şöyle bir görebildi. Siperlerinde duruyorlardı ve kasları güneşin altında parıldıyordu. Kırbaçlarını havaya kaldırıp köylülerin üstüne indiriyorlardı ve kırbaçlarının sesleri ta gemiden bile duyuluyordu. Diğer askerler durup nehre baktılar; nöbet tutan asker dikkatlerini çekmişti ve bir şey olmasını beklermiş gibi şüpheyle pusa bakıyorlardı.
Erec artık onlara çok yaklaşmıştı; gemileri ancak otuz metre kadar ötedeydi ve kalp atışları kulaklarında çınlıyordu. Alistair’in pusu dağılmaya başlayınca, artık saldırmaları gerektiğini anladı.
“Okçular!” diye bağırdı. “Oklarınızı fırlatın!”
Düzinelerce okçu filosunun dört bir anıdan nişan alıp oklarını fırlattı.
Gökyüzü aniden yaylardan fırlayan ve havada süzülen okların sesiyle doldu. Gök ölümcül uçları olan bir ok bulutuyla karardı ve oklar havada geniş bir kavis çizerek İmparatorluk kıyısına doğru düşüşe geçti. Birkaç saniye sonra, düşman askerlerinin çığlıkları duyuldu. Ölümcül ok bulutu ufak kaleyi koruyan askerlere isabet etti. Böylece, savaş başladı.
Her yerde borazanlar öttü ve İmparatorluk garnizonu tetiğe geçip kendisini savunmaya koyuldu.
“MIZRAKLAR!” diye bağırdı Erec.
Ayağa kalkıp mızrağını ilk fırlatan Strom oldu. Güzel gümüş mızrağı havada ıslık çalarak süzüldü ve müthiş bir hızla uçtuktan sonra İmparatorluk komutanın kalbine saplanıp onu gafil avladı.
Erec topuklarının üstünde dönüp altın mızrağını fırlattı ve ufak kalenin diğer tarafındaki bir İmparatorluk komutanını daha öldürdü. Filosundaki askerlerin tamamı savaşa katıldı. Mızraklarını fırlatıp kaçmak için bile zor fırsat bulan şaşkın İmparatorluk askerlerini avlamaya başladı.
Düzinelerce düşman askeri öldü ve Erec ilk saldırının başarılı olduğunu anladı; ama daha yüzlerce asker vardı. Erec’in gemisi dururken ve kıyıya biraz değerken, tek teke savaşma vaktinin geldiğini de anladı.
“SALDIRIN!” diye bağırdı.
Erec kılıcını kaptığı gibi tırabzanlara sıçradı ve İmparatorluğun kumlu kıyılarına düşmeden havada birkaç metre süzüldü. Yüzlerce adamı da etrafına kondu. Hep birlikte İmparatorluğun oklarından ve mızraklarından kaçarak kıyıya dağıldılar. Pusun arasından İmparatorluğun ufak kalesinin bulunduğu kumluk açık alana daldılar. İmparatorluk askerleri de öne fırlayıp onları karşıladı
İri yarı bir İmparatorluk askeri çığlık atarak ve baltasını kaldırıp yanlamasına başına savurunca, Erec darbeyi savuşturmaya hazırlandı. Eğildi, adamı böğründen bıçakladı ve yoluna devam etti. Savaş içgüdüleri devreye giren Erec bir başka askeri kalbinden bıçakladı, bir başkasının balta darbesinden yana adım atarak kaçtı ve hızla kendi etrafında dönüp kılıcını adamın göğsüne sapladı. Bir başka asker ona arkadan saldırınca, Erec arkasına dönmeden onu böbreğinden dirsekledi ve adamın dizlerinin üstüne düşmesine neden oldu.
Читать дальше