Etrafına bakınca, diğerlerinin de iki büklüm olduğunu ve koşmaktan çok sendelediklerini gördü. Ayakta zor duruyorlardı. Ama hepsi onun gibi hala devam etmeye kararlıydı. Kendrick de diğerleri de hareket etmeyi kestikleri anda öleceklerini biliyorlardı.
Kendrick sessizliğin monotonluğunu yıkmak istedi, ama diğerleriyle konuşamayacak kadar yorgun düşmüştü. Tonlarca yük binmiş gibi hissettiği bacaklarını hareket ettirmek için kendisini zorladı. Ufka bakmak için bile enerji harcamaya korkuyordu. Hiçbir şey görmeyeceğini, orada öleceğini biliyordu. Bu yüzden, ileriye bakmak yerine yere baktı, izleri takip etti ve geriye kalan değerli enerjisini korumaya çalıştı.
Kendrick bir ses duydu ve ilk önce zihninin ona oyunlar oynadığını sandı; sonra, sesi yine duydu. Uzaktan gelen, arıların vızıltısını andıran bir sesti. Bu sefer, kendisini başını kaldırmaya zorladı, çünkü orada hiçbir olmadığını bildiği için ses duyması aptalcaydı. Umutlu hissetmeye dahi korkuyordu.
Ama bu sefer, karşısındaki manzara kalbinin heyecanla çarpmasına neden oldu. Orada, belki yüz metre kadar karşılarında bir grup Kum Yürüyücüsü duruyordu.
Kendrick diğerlerini dürtükledi. Herkes başını kaldırıp baktı, düşüncelerinden sıyrıldı ve şok içinde yaratıkları gördü. Savaşma vakti gelmişti.
Kendrick yere uzanıp diğerleri gibi silahını aldı ve içine adrenalin akın ettiğini hissetti.
Düzinelerce Kum Yürüyücüsü dönüp onları gördü ve onlar da savaşmaya hazırlandılar. Cıyaklayıp onlara doğru koşmaya başladılar.
Kendrick kılıcını havya kaldırdı ve müthiş bir savaş çığlığıyla en sonunda düşmanlarını öldürmeye veya son nefesini verene dek bunu denemeye hazırlandı.
Gwendolyn yanında Krohn’la birlikte Yamacın başkentinde ciddiyetle ilerliyordu, Steffen da arkasından geliyordu. Argon’un dediklerini düşünürken zihni karmakarışık olmuştu. Bir yandan, onun iyileşip kendisine geldiğine çok sevinmişti… Ama onu o meşum kehaneti zihninde bir lanet gibi, öleceğini haber veren bir çan gibi çalıp duruyordu. Argon’un karamsar ve şifreli ifadeleri onun sonsuza dek Thor’la birlikte olmayacağını ima ediyor gibiydi.
Gwen hızlı ve kararlı adımlarla kuleye doğru yürüdü. Argon’un söylediklerini düşünmemeye, kehanetlerin hayatını kontrol etmesine izin vermemeye çalıştı. Her zaman öyle olmuştu ve güçlü kalabilmek için de buna ihtiyacı vardı. Gelecek yazılmış olabilirdi, ama Gwen bunun değiştirilebileceğini düşünüyordu. Alın yazısı şekillendirilebilirdi. Kişinin sadece bunu yeteri kadar istemesi ve yeteri kadar şeyi feda etmeye istekli olması gerekiyordu… Hem de bedeli ne olursa olsun.
Bu da o zamanlardan biriydi. Gwen Thorgrin’le Guwayne’in ondan uzaklaşmasına izin vermeyi kesinlikle reddediyordu e kararlılığının giderek arttığını da hissediyordu. Bedeli her en olursa olsun, kaderine karşı gelecek, evren ondan ne istiyorsa feda edecekti. Hiçbir koşulda Thor’u veya Guwayne’i görmeden hayatına devam etmeyecekti.
Krohn aklından geçenleri duymuş gibi ayaklarının dibinde sızlanıp, sokaklarda ilerleyen Gwen’in bacaklarına sürtündü. Gwen düşüncelerinden sıyrılıp başını kaldırdı ve karşısında yükselen kuleyi gördü. Kırmızı renkli, yuvarlak ve başkentin tam ortasında yükselen bir yapıydı. Şunu hatırladı: Kült. Krala kuleye gideceğine ve oğluyla kızını bu kültün elinden kurtaracağına, liderlerine eski kitaplar ve Yamacı yok olmaktan kurtarabilecek sır hakkında sorular soracağına söz vermişti.
Gwen kuleye yaklaşırken, kalbi gümbür gümbür atmaya başladı; az sonra yapacağı yüzleşme yüzünden heyecanlıydı. Krala ve Yamaca yardım etmek istiyordu, ama en çok da oradan gidip çok geç olmadan Thor’u ve Guwayne’i aramak istiyordu. Keşke eskisi gibi yanından bir ejderha olsaydı diye düşündü. Keşke Ralibar ona geri dönse ve onu dünyanın öteki ucuna, oralardan ve imparatorluğun sorunlarından uzaklara götürüp, tekrar dünyanın diğer tarafına, Thor’a ve Guwayne’e geri getirebilseydi diye düşündü. Keşke hep birlikte Halka’ya dönebilseler ve eskisi gibi yaşayabilselerdi.
Ama bunların çocukça hayallerden ibaret olduğunu biliyordu. Halka yok edilmişti ve Yamaç elinde olan tek şeydi. O anki gerçeklerle yüzleşmesi ve orayı kurtarabilmek için elinden geleni yapması gerekiyordu.
“Leydim, kuleye girdiğinizde size eşlik edebilir miyim?”
Gwen sesi duyuna döndü ve düşüncelerinden sıyrıldı. Eski dostu Steffen’ı elini kılıcına koymuş bir halde yanında görünce evindi. Steffen onu korumak ve kollamak için her zaman olduğu gibi yanında yürüyordu. Gwen onun ne kadar uzun süredir yanında olduğunu düşününce en sadık danışmanı olduğunu bir kez daha hatırladı ve içini bir minnet hissi kapladı.
Gwen kuleye giden karşılarındaki asma köprüde durunca, Steffen şüpheyle buna baktı.
“Burası bana güven vermiyor.”
Gwen ona cesaret vermek için bileğini tuttu.
“Sen gerçek ve sadık bir dostsun, Steffen. Arkadaşlığına ve sadakatine değer veriyorum, ama bu adımı tek başıma atmalıyım. Öğrenebildiklerimi öğrenmem gerek. Senin orada olman onların açık davranmasını engeller.” Krohn hafifçe inleyince “Hem yanımda Krohn olacak,” dedi.
Gwen ayaklarının dibine bakınca Krohn’un ona beklentiyle baktığını fark edip başını salladı.
Steffen da tamam der gibi başını salladı.
“Sizi burada bekleyeceğim. İçeride herhangi bir sorun olursa, hemen içeri girerim.”
“Bu kulede aradığımı bulamazsam, ne yazık ki bizler için daha büyük sorunlar açılacak,” dedi Gwen.
*
Gwen yanında Krohn’la birlikte asma köprüye ağır ağır yürürken, ayak sesleri ahşap köprüde yankılandı ve altındaki dalgalanan suyun üstünden yavaşça geçti. Köprünün iki yanına düzinelerce keşiş dizilmişti. Sessizce hazır olda duruyorlardı; kırmızı cüppeleri ellerini gizliyordu ve gözleri kapalıydı. Silahsız, inanılmaz derecede itaatkâr halleriyle tuhaf bir grup muhafızdı. Gwen orada ne kadar süredir durduklarını tahmin edemiyordu. Gwen bu insanların liderlerine olan yoğun sadakatine ve bağlılığına hayret etti ve Kral'ın dediklerinin doğru olduğunu fark etti: Hepsi onu bir tanrı olarak görüyor ve saygı duyuyordu. Neye bulaştığını merak etmeden edemedi.
Gwen girişe yaklaşırken, karşısında yükselen kocaman kemerli kapılara baktı; bunlar eski meşe ağacından yapılmış ve üstlerine anlamadığı semboller kazınmıştı. Birkaç keşişin öne fırlayıp kapıları çekerek açışını şaşkınlıkla izledi. Kapılar gıcırdayarak açıldı ve sadece meşalelerle aydınlatılmış kasvetli bir alan ortaya çıktı. Serin bir cereyan ve hafif bir tütsü kokusu hissetti. Krohn yanında ger. Gwen içeri girdikten sonra, kapıların ardından kapandığını duydu.
Ses içeride yankılandı ve Gwen’in etrafında ne olduğunu görmesi birkaç saniye sürdü. İçerisi karanlıktı, duvarları bir tek meşaleler aydınlatıyordu ve yukarıdaki mozaik camdan içeri cılız bir ışık sızıyordu. İçeride kutsal ve sessiz bir hava vardı. Gwen bir kiliseye girmiş gibi hissetti. Başını kaldırınca kulenin yuvarlak rampalarla kademe kademe daha da yükseklere kadar uzandığını fark etti. Pencere yoktu ve duvarlardan belli belirsiz bir dua sesi yankılanıyordu. İçeride keskin bir tütsü kokusu vardı. Keşişler bir trans halinde odalara girip çıkıyorlardı. Bazıları tütsüleri yayıyor, bazıları dua ediyordu; diğerleriyse sessizdi ve düşüncelere dalmıştı. Gwen bunun nasıl bir kült olduğunu daha da merak etti.
Читать дальше