“Niye umurunda ki?”
Ramirez ona gizemli bir ifadeyle gülümsedi.
Ama yanıt vermedi.
* * *
Avery hızlı adımlarla otoparkta ilerleyen Ramirez’in peşinden gitti. Ramirez kravat takmamıştı ve gömleğinin ilk iki düğmesi ilikli değildi.
“Arabam şurada,” dedi Ramirez.
Onu tanıyormuş gibi görünen birkaç üniformalı polisin yanından geçtiler; biri el sallayıp, Onunla ne işin var? der gibi tuhaf tuhaf baktı.
Ramirez onu toz kaplı, koyu kırmızı renkli, içinde ten rengi yırtık koltukları olan bir Cadillac’a götürdü.
“Sağlam arabaymış,” diye espri yaptı Avery.
“Bu bebek beni defalarca kurtardı,” dedi Ramirez gururla. Arabanın kaportasını sevgiyle okşadı. “Tek yapmam gereken bir pezevenk veya açlıktan geberen bir İspanyol gibi giyinmek. Sonra, kimse dönüp bakmıyor bile.”
Otoparktan çıktılar.
Lederman Parkı karakoldan sadece birkaç kilometre uzaklıktaydı. Batıdaki Cambridge Sokağı’na doğru gidip, Blossom’dan sağa saptılar.
“Eee,” dedi Ramirez. “Bir zamanlar bir avukat olduğunu duydum.”
“Evet?” Avery temkinli mavi gözleriyle yan yan ona baktı. “Başka neler duydun?”
“Bir ceza avukatıymışsın,” dedi. “Hem de en iyisiymişsin. Goldfinch & Seymour’da çalışmışsın. Orası hiç de fena bir yer değildir. Neden ayrıldın?”
“Bilmiyor musun?”
“Bir sürü baş belasını savunduğunu biliyorum. Kusursuz bir sicil, değil mi? Hatta pis işlere bulaşmış birkaç polisi de içeri attığını biliyorum. İyi bir hayat yaşamış olmalısın. Müthiş bir maaş ve bitmek tükenmek bilmeyen bir başarı. Bir insan tüm bunları geride bırakıp da nasıl bu teşkilata katılır?”
Avery etrafı kilometrelerce dümdüz ovalarla çevrili ufak bir çiftlikte büyüdüğü evi hatırladı. O yalnızlık ona asla iyi gelmemişti. Hayvanlar veya çiftlik kokusu da öyle: dışkılar, hayvan postları ve tüyleri. Daha ilk baştan, oradan kaçıp gitmek istemişti. Gidebileceği yerse Boston’dı. İlk önce, üniversite, sonra da hukuk okulu ve kariyer.
Şimdi de bu.
İç çekti.
“Sanırım, bazı şeyler planladığımız gibi gitmiyor.”
“Nasıl yani?”
Avery’nin gözlerinin önüne yine kalın çerçeveli gözlüklü, suratı kırış kırış yaşlı adamın o tanıdık, meşum gülümsemesi geldi. İlk başlarda ne kadar da samimi, mütevazı, zeki ve dürüst gözükmüştü. Hepsi öyleydi, diye düşündü.
Duruşmaları sona erene ve günlük hayatlarına geri dönene kadar… Avery de çaresiz kişilerin kurtarıcısı ve insanların savunucusu değil, fazla karmaşık ve değişmeyecek kadar kök salmış bir oyunda sıradan bir piyon olduğunu kabullenmek zorunda kalmıştı.
“Hayat zor,” dedi düşünceli düşünceli. “Bir gün bir şeyler bildiğini sanıyorsun, ertesi gün bakıyorsun ki örtü kalkmış ve her şey değişmiş.”
Ramirez evet der gibi başını salladı.
“Howard Randall,” dedi, onun neden söz ettiğini anlamış gibi.
Bu isim Avery’nin etrafındaki her şeyi daha iyi fark etmesini sağladı. Arabadaki serin hava, koltukta oturuş şekli, şehirde bulundukları yer. Kimse uzun süredir o adamın ismini yüksek sesle söylememişti. Özellikle de onunla konuşurken. Kendisini savunmasız ve korumasız hissetti. Bedeni gerilerek tepki verdi ve biraz daha dik oturdu.
“Pardon,” dedi Ramirez. “Ben şey yapmak…”
“Sorun değil.”
Ama sorundu. O adamdan sonra her şey sona ermişti. Hayatı. İşi. Akıl sağlığı. Ceza avukatlığı en hafif ifadeyle zorlu bir işti, ama o adam her şeyi yoluna koymuş olması gereken kişiydi. Herkes tarafından saygı duyulan, sade ve iyi yürekli, dahi bir Harvard profesörü cinayetle suçlanmıştı. Avery’nin kurtuluşu da onu savunarak gelecekti. Bir kez olsun, çocukluğundan beri hayalini kurduğu şeyi yapıyor olacaktı: Masumları korumak ve adaletin yerini bulduğundan emin olmak.
Ama bunların hiçbiri olmamıştı.
Park çoktan halka kapanmıştı.
İki sivil giyimli polis memuru Ramirez’in arabasının iki yanına geçti ve ana otoparktan sola doğru gitmesini işaret etti. Adamlar arasında Avery’nin bölümünden de polis memurları vardı. Avery bir sürü eyalet polisi gördü.
“Eyalet polisi neden burada?” diye sordu.
“Merkezleri sokağın hemen yukarısında.”
Ramirez arabayı bir dizi polis devriye arabasının yanına çekti. Alanın büyük bir bölümü sarı polis kordonuyla çevrilmişti. Haber kanallarının minibüsleri, gazeteciler, kameralar, başka haberciler ve parkın müdavimleri kordonun ardında durmuş neler olduğunu görmeye çalışıyorlardı.
“Buradan öteye kimse geçemez,” dedi bir polis memuru.
Avery rozetini gösterdi.
“Cinayet masası,” dedi. Yeni pozisyonunu ilk defa dile getirmişti ve gurur duymuştu.
“Connelly nerede?” diye sordu Ramirez.
Polis memurlarından biri ağaçları işaret etti.
Sollarında kalan bir beysbol sahasının yanından ilerlediler. Onları bir sıra ağaçtan önce yine sarı kordonlar karşıladı. Sık ağaç örtüsünün altındaki patika Charles Nehri’nin yanından uzanıyordu. Polis memurlarından biri, bir adli tıp uzmanı ve bir fotoğrafçıyla birlikte bir bankın yanında durdu.
Avery oraya daha önceden varmış olanlarla konuşmamaya gayret etti. Seneler boyunca, sosyal etkileşimlerin odak noktasını alt üst ettiğini ve başkalarından gelen çok sayıda sorunun ve formalitelerin bakış açısını zorladığını hissetmişti. Ne yazık ki, onun tüm departmanda aşağılanmasına neden olan şeylerden biri de buydu.
Kurban, banka yanlamasına oturtulmuş bir genç kızdı. Ölü olduğu belliydi, ama maviye dönmüş teni, pozisyonu ve surat ifadesi haricinde oradan geçen birisi bir terslik olup olmadığını ilk bakışta sorgulamazdı.
Kızın elleri, sevgilisini bekleyen bir âşık gibi bankın sırt kısmında duruyordu. Çenesiyse ellerine dayanmıştı. Dudaklarında muzip bir ifade vardı. Bedeni sanki uzun süre orada oturmuş da birisine bakmak için hafifçe dönmüş, ya da derin bir iç çekmiş gibi yana kaymıştı. Üstünde sarı renkli yazlık bir elbise, ayaklarında beyaz renkli plaj terlikleri vardı. O güzelim kestane rengi saçları sol omzundan arkaya atılmıştı. Bacak bacak üstüne atmıştı ve ayak parmakları hafifçe patikaya değiyordu.
Kurbanın sadece gözleri çektiği acıyı ele veriyordu. Bu gözlerden acı ve inanmazlık yayılıyordu.
Avery zihninde gecelerini ve gündüz hayallerini ele geçirmiş olan yaşlı adamın sesini duydu. Kendi kurbanlarıyla ilgili olarak, ona bir keresinde, Onlar ne ki? Sadece araçlar; isimsiz ve suratsız araçlar, demişti. Milyarlarca kişi arasından amaçlarını bekleyen sadece birkaç kişi.
İçi öfkeyle doldu. İfşa olmaktan, utanmaktan ve en çok da tüm hayatının yerle bir olmasından dolayı öfkelendi.
Cesede biraz daha yaklaştı.
Bir avukat olarak, sayısız adli tıp raporları, adli tabip fotoğrafları ve üstünde çalıştığı davalarla ilgili her şeyi incelemek zorunda kalmıştı. Bir polis memuru olarak ise eğitimi, cinayet kurbanları üzerinde kendi kendine yaptığı rutin incelemeler ve dürüst değerlendirmeler sayesinde inanılmaz derecede gelişmişti.
Kurbanın elbisesinin yıkandığını, saçlarının temizlendiğini fark etti. El ve ayak tırnaklarına yeni oje sürülmüştü. Kurbanın tenini kokladığında, burnuna hindistancevizi, bal ve belli belirsiz bir formaldehit kokusu geldi.
“Onu öpmeyi mi düşünüyorsun?” dedi birisi.
Avery o sırada cesedin üstüne eğilmişti ve elleri arkasındaydı. Bankta üstüne ‘4’ yazılmış sarı renkli bir not duruyordu. Bunun yanında da kızın belinin alt kısmında sarı renkli elbisesi yüzünden zor fark edilen keçeleşmiş turuncu renkli kıllar gözüküyordu.
Читать дальше