“İsraf değildi, Bay Crackenthorpe. Onu bu akşam yapacağım İspanyol omletinde kullanmayı planlıyorum.”
“Puf!” Lucy elinde kahve tepsisiyle odadan çıkarken yaşlı adamın hâlâ söylenmekte olduğunu duyuyordu. “Becerikli genç bayan, her şey için yanıtı hazır! İyi yemek pişiriyor… üstelik oldukça alımlı da.”
Lucy Eyelesbarrow beraberinde getirmeyi ihmal etmediği golf çantasından oldukça hafif, bir golf sopası seçerek, bahçeye çıktı ve çitlerin öte tarafına geçti.
Bir dizi atış denemesi yaptı. Beş dakika ya da biraz daha fazla bir zaman sonra özellikle hatalı vurulan bir top havada uçup demiryolunun öte yanına geçti. Lucy ardından giderek topu aramaya başladı. Başını çevirerek eve doğru baktı. Oldukça uzaklaşmıştı. Kimse onun ne yaptığıyla ilgilenmiyor gibi görünüyordu. Topa vurmayı sürdürdü. Zaman zaman topa demiryolu setinden aşağı çayırlara gelecek şekilde vuruyordu. O gün öğleden sonra Lucy demiryolu çevresinin yaklaşık üçte birini araştırdı. Hiçbir şey bulamadı. Sonuçta topunu yeniden eve doğru yöneltti.
Ertesi gün ise bir şey buldu. Demiryolu setinin yarısını kaplayan dikenli bir çalılık yer yer kırılmıştı. Kırık dal parçalan etrafa yayılmıştı. Lucy çalılığı inceledi. Dikenlerden birine bir kürk parçası takılmıştı. Kürkün neredeyse çalılığın odunsu kısmıyla aynı denilebilecek, soluk kahverengi bir rengi vardı. Lucy cebinden bir makas çıkararak, kürk parçasını dikkatle kesti. Ve kestiği parçayı bir zarfa yerleştirerek cebine koydu. Sonra dik yamaçtan inerek, başka bir iz bulmak amacıyla etrafı incelemeyi sürdürdü. Boyları iyice uzamış otların arasını dikkatle araştırıyordu. Birinin yüksek çayırlarda yürürken bıraktığı izler bulduğunu sandı. Ancak bunlar belirgin değildi. Kendi ayak izlerinden bile daha az belirgin olan bir takım izler. Bu izler kısa bir süre önce bırakılmış olmalıydı ama o kadar belirsizdi ki belki de onun bir yanılsamasıydı.
Yeniden bilinçli bir şekilde demiryolu setinin kırık çalılığın tam altına gelen kısmındaki yüksek otların arasını dikkatle incelemeye başladı. Sonuçta araştırmalarında başarıya ulaşmıştı. Otların arasında basit, ucuz bir pudriyer buldu. Bunu mendiline sararak cebine yerleştirdi. Araştırmaya devam ettiyse de yeni bir şey bulamadı.
Ertesi gün öğleden sonra arabasına binerek, yatalak teyzesini ziyarete gitti. Evden ayrılırken Emma Crackenthorpe içtenlikle seslendi.
“Sakın acele etmeyin. Size akşam yemeğine kadar ihtiyacımız yok.”
“Nezaketinize çok teşekkür ederim, en geç altıda evde olacağım.”
4 Numara küçük dar bir sokakta, dar cepheli bir evdi. Nottingham dantelinden bembeyaz perdeleri, parlak, tertemiz beyaz bir mermer girişi ve pirinçten iyice cilalı bir kapı tokmağı hemen dikkat çekiyordu. Kapı siyah elbiseli, gri saçlarını arkasında sıkı bir topuz yapmış olan zayıf, uzun boylu suratsız bir kadın tarafından açıldı.
Miss Marple’ın yanına doğru ilerlerken Lucy’yi kuşkuyla, aşağılayan bakışlarla süzüyordu.
Miss Marple evin arka kısmında, küçük bakımlı bir bahçeye bakan bir odada oturuyordu. Çok sayıda küçük halı, işlemeli örtü, çin yapımı biblo ve süs eşyası, Jacob zamanından kalma büyük oymalı bir kanepe ve iki büyük eğreltiotu saksısının olduğu odanın temizliği dikkat çekiyordu. Miss Marple şöminenin karşısındaki berjer koltuğa oturmuş, elindeki tığ işine dalmıştı.
Lucy odaya girip kapıyı kapadı ve Miss Marple’ın karşısındaki sandalyeye yerleşti.
“Evet” diye başladı söze. “Görünen o ki tahminlerinizde haklısınız.” Topladığı delilleri göstererek, bunlara nasıl ulaştığını anlattı.
Miss Marple’ın gözleri başarıdan kaynaklanan mutlulukla parladı.
“Aslında böyle düşünmemem gerekirdi, ama bir varsayımda bulunup bunun kanıtlandığını görmek çok sevindirici bir duygu.”
Küçük kürk parçasını elledi. “Elspeth kadının açık renkli bir kürk giymiş olduğunu söylemişti. Sanırım pudriyer de cebindeydi, ceset yamaçtan yuvarlanırken düştü. Bu şu an için önemsiz gibi görünüyorsa da belki de faydası olur. Kürkün tamamını almadınız değil mi?”
“Hayır, yarısını çalılıkta bıraktım.”
Miss Marple başıyla onayladı.
“Çok doğru yaptınız. Gerçekten çok zekisiniz, canım yavrum. Polis konuyu ayrıntılı olarak tetkik etmek isteyecektir.”
“Polise mi gideceksiniz… bu bulduklarımızla mı?”
“Evet… ama henüz değil…” Miss Marple düşünüyordu. “Önce cesedi bulmamızın daha doğru olacağını sanıyorum. Sizce de öyle değil mi?”
“Evet ama bu biraz fazla olmaz mı? Yani demek istiyorum ki, teorinizin tamamen doğru olduğunu kabul edelim. Katil cesedi trenden aşağı attı, sonra rahatça Brackhampton’da trenden indi ve aynı zamanda —muhtemelen aynı gece— buraya gelerek cesedi uzaklaştırdı. Peki ya sonra? Cesedi herhangi bir yere götürmüş olabilir.”
“Her yere değil” diye yanıtladı Miss Marple. “Sanırım bu konuda yeterince mantığınızı zorlamıyorsunuz, sevgili Bayan Eyelesbarrow.”
“Lütfen bana Lucy deyin! Niçin herhangi bir yere olmasın?”
“Çünkü eğer öyle olsaydı, kızı kimsenin olmadığı bir noktada boğup ortadan kaldırmaları çok daha kolay olurdu. Bunu düşünmediklerine göre…”
Lucy, Miss Marple’ın sözünü kesti.
“Yani bu cinayetin önceden planlanmış olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?”
“Önceleri ben de öyle olmadığını düşündüm. Bu da doğaldı. Görünen oydu ki, çıkan bir kavgada adam kontrolünü yitirip kızı boğmuş ve birden cesetten kurtulmak sorunuyla, hem de birkaç dakika içinde çözmek zorunda olduğu bir sorunla baş başa kalmıştı. Ancak sizce de adamın kızı bir cinnet anında boğduğu sırada, trenin tam da cesedin bulunamayacak şekilde atılabileceği, üstelik de yavaşladığı bir viraja girmiş olması biraz fazla tesadüf değil mi? Üstelik de sonradan gelip cesedin taşınabileceği bir noktada? Eğer onu yalnızca kurtulmak amacıyla pencereden atmış olsa ve sonradan bir şey yapmaya gerek duymasa ceset çoktan bulunurdu. Bundan kuşkunuz olmasın.”
Sözlerine bir süre ara verdi. Lucy yaşlı kadının anlattıklarını can kulağıyla dinliyordu. “Biliyorsunuz” diye ekledi Miss Marple düşünceli bir tavırla. “Sanırım her anı önceden dikkatle planlanmış bir cinayetle karşı karşıyayız ve katil çok zeki biri olmalı. Trenler bir anlamda anonim yerlerdir. Eğer adam kadını yaşadığı ya da kaldığı bir yerde öldürmüş olsa hiç kuşkusuz biri geldiğini ya da gittiğini görmüş olurdu. Eğer kadını arabasıyla şehir dışına götürse, biri arabaya, markasına ya da plakasına dikkat edebilirdi. Ancak tren sürekli inip binen yabancıların olduğu bir yer. Vagonun kompartımanında, kadınla yalnız kalınca cinayeti işlemek son derece kolay görünüyor… özellikle de bir adım sonra ne yapacağını kesinlikle planlamış olduğunu düşününce. Rutherford Hall’u tanıyor olmalı… coğrafi durumunu çok iyi bildiği kesin, yani ıssız yapısını, buranın demiryolunun çevrelediği medeniyetten uzak bir ada olduğunu demek istiyorum.”
“Gerçekten de öyle!” diye atıldı Lucy. “Rutherford Hall tarihten kalma bir yer. Şehrin kalabalık yaşamıyla çevrelenmiş, ancak ondan etkilenmeyen, bağımsız yaşayan bir köşe. Sabahları tüccarlar mallarını getiriyorlar, hepsi bu!”
“Bu durumda biraz önce belirttiğiniz gibi katilin o akşam Rutherford Hall’a geldiğini düşünebiliriz. Ceset atıldığında karanlık basmıştı bile, bu durumda onu ertesi sabahtan önce başka birinin bulması olanaksızdı.
Читать дальше