“Anlaşmaya bakın ve saçmalıklarınızla beni artık rahatsız etmeyin!” diye bağırdı O’Malley.
Odaya gergin bir hava çöktü.
“Dylan, bir şef gibi davranmaya başla! Bana her sümsük ayrıntıyı anlatmak için telefon açma. İnsanlarla kendi başına nasıl başa çıkabileceğini öğren. Sana gelince,” dedi Avery’ye. “Şu salak esprileri kes ve hiçbir şey umurumda değil tavrını bırak ve bir kez olsun umursuyormuş gibi davran. Çünkü umursadığını biliyorum.” Uzun uzun ona baktı. “Dylan ve ben saatlerdir seni bekliyoruz. Telsizi kapatmak mı istiyorsun? Telefonlara bakmamak mı istiyorsun? Düşünmene yardımcı mı oluyor? Tamam. Bildiğin gibi yap. Ama bir üstün aradığında, onu hemen geri ara. Bir dahaki sefere aynı şeyi yaparsan seni bu vakadan alırım. Anlaşıldı mı?”
Avery utanç içinde tamam der gibi başını salladı.
“Anlaşıldı,” dedi.
Dylan da “Anladım,” dedi.
“Güzel,” dedi O’Malley.
Omuzlarını dikleştirip gülümsedi.
“Bunu daha önce yapmalıydım, ama şu andan daha iyi bir fırsat bulamadım. Avery Black, seni boşanmış iki çocuklu Dylan Connelly’yle tanıştırmak isterim. Eve hiç gitmediği ve fazla içtiği için karısı onu iki sene önce terk etti. Şimdi, çocuklarıyla birlikte Maine’de yaşıyor ve Dylan çocuklarını hiç görmediği için sürekli olarak sinirli.”
Dylan gerildi, bir şey söyleyecek gibi oldu, ama fikrini değiştirdi.
“Dylan? Seni bir davayı mahveden ve dünyanın en kötü seri katilini serbest bırakıp Boston sokaklarına salan eski ceza avukatı Avery Black’le tanıştırayım. Katil tekrar cinayet işledi ve Black’in hayatını alt üst etti. Avery geride mülti milyon dolarlık bir işi, boşandığı kocasını ve onunla hiç konuşmayan çocuğunu bıraktı. O da senin gibi üzüntülerini işle ve alkolle gidermeye çalışıyor. Gördün mü? Düşündüğünden de çok ortak yanınız varmış.”
Son derece ciddi bir ifadeyle onlara baktı.
“Beni bir daha utandırmayın, yoksa ikinizi de bu vakadan alırım.”
Toplantı odasında yalnız kalan Avery ve Dylan birkaç saniye boyunca hiç konuşmadan karşılıklı oturdular. İkisi de kıpırdamadı. Dylan başını önüne eğmişti. Suratını buruşturmuştu ve bir şey düşünüyor gibiydi. Avery ona karşı ilk kez bir sıcaklık hissetti.
“Nasıl olduğunu biliyo…” diye konuşmak istedi.
Dylan o kadar hızlı ve sert bir biçimde ayağa kalktı ki, sandalyesi geriye kayıp duvara çarptı.
“Sakın bunun bir şeyi değiştireceğini sanma,” dedi. “İkimizin hiçbir ortak yanı yok.”
Kaba beden dilinden öfke ve mesafeli olma mesajı yayılmasına rağmen, bakışları farklı bir şey söylüyordu. Avery onun bir sinir krizi geçirmek üzere olduğundan emindi. Baş komiserin dediği bir şey onu tıpkı Avery gibi etkilemişti. Her ikisi de yaralıydı ve yalnızdı. Yapayalnız.
“Bak, ben sadece düşündüm ki…” dedi Avery.
Dylan arkasını dönüp kapıyı açtı. Dışarı çıkarkenki hali Avery’nin korkularını doğruladı: Kan çanağına dönmüş gözleri yaşla dolmuştu.
“Lanet olsun,” diye fısıldadı.
Avery için en kötü zamanlar gecelerdi. Artık düzenli olarak görüştüğü ne bir arkadaş grubu, ne de işinden başka bir uğraşı vardı ve o kadar bitkindi ki daha fazla koşturamayacağını düşünüyordu. Açık renkli büyük masada yalnız kalınca başını eğdi ve keyifsizce akşamın nasıl olacağını düşündü.
Neyse ki, o akşam iş yerinden çıkmak diğer günlerden farklı olmamıştı; sadece havadaki bir şey değişmiş ve gazetenin birinci sayfasında çıkan haber teşkilattaki pek çok kişiyi daha da cesaretlendirmişti.
“Hey, Black,” diye seslendi birisi ve gazetedeki fotoğrafını işaret etti. “Güzel surat.”
Bir diğer polis memuru Howard Randall’ın fotoğrafına hafifçe vurdu.
“Bu haberde ikinizin çok yakın olduğu yazıyor, Black. Jerontofiliden mi hoşlanıyorsun? Anlamını biliyor musun? Yaşlı insanları becermekten hoşlanıyorsun demek.”
“Çok komiksiniz,” diye gülümsedi ve parmaklarını bir tabanca gibi onlara doğrulttu.
“Siktir git, Black.”
* * *
Garajda beyaz renkli bir BMW duruyordu; beş senelikti, kirliydi ve yıpranmış durumdaydı. Avery bunu arabayı bir ceza avukatı olarak en başarılı olduğu dönemde almıştı.
Ne diye bunu aldın ki? diye düşündü. İnsan gidip de neden beyaz renkli bir araba alır?
Başarı, dedi içinden. Beyaz BMW parlak ve gösterişliydi. Herkesin kimin patron olduğunu görmesini istemişti. Araba artık ona başarısızlığı hatırlatıyordu.
Avery’nin dairesi Güney Boston’da Bolton Sokağı’ndaydı. İki katlı bir binanın ikinci katında iki yatak odalı ufak bir dairesi vardı. Bir gökdelenin teras katındaki lüks dairesinden sonra büyük bir düşüş sayılırdı, ama ferah ve düzenli bir yerdi. Yoğun bir günün ardından oturup rahatlayabileceği güzel bir terası da vardı.
Oturma odası kahverengi kalın bir halıyla kaplı, açık plan bir alandı. Mutfak girişin sağındaydı ve odanın diğer bölümlerinden iki büyük tezgâhla ayrılıyordu. Evde bitki veya hayvan yoktu. Kuzeye baktığı için, içerisi genellikle karanlık oluyordu. Avery anahtarlarını masaya fırlattı ve eşyalarının geri kalanını da onların yanına koydu: tabanca, omuz kayışı, telsiz, rozet, kemer, telefon ve cüzdan… Duşa giderken soyunmaya başladı.
O gün olanları düşünebilmek için uzunca bir duş aldıktan sonra, bornozunu giyip dolaptan bir bira aldı. Sonra da telefonunu alıp terasa çıktı.
Cep telefonunun ekranında neredeyse yirmi cevapsız arama ve on tane de yeni mesaj vardı. Birçoğu Connelly ve O’Malley’dendi. Sesli mesajların çoğunda da sesler bir hayli yükselmişti.
Avery bazen öylesine işine odaklı ve azimli oluyordu ki, o sırada yaptığı işe bir faydası dokunmayacak kimselerin telefonlarına yanıt vermiyordu. Özellikle de henüz parçalar birleşmemişken. O gün de farklı değildi.
Arayan son numaralara ve onu bir önceki ay aramış olan kişilere göz attı. Bir tanesi bile kızı veya eski kocası değildi.
Birden, ikisini de özlediğini hissetti.
Numaraları tuşladı.
Telefon çaldı.
Bir telesekreter mesajı çıktı: “Selam, ben Rose. Şu anda yanıt veremiyorum, ama kısa bir mesaj ve isminizi ve numaranızı bırakırsanız, en kısa sürede size geri döneceğim. Çok teşekkürler.” Bip.
Avery telefonu kapattı.
Eski kocası Jack’i aramayı düşündü. Jack iyi bir adamdı; altın gibi bir yüreği olan üniversitedeki sevgilisiydi. Gerçekten de düzgün bir adamdı. Avery on sekiz yaşındayken ihtiraslı bir ilişki yaşamışlardı, ama hayallerini süsleyen işin peşine hastalıklı bir egoyla düşünce ilişkilerini mahvetmişti.
Senelerce ayrılmalarından ve kızıyla arasının açılmasından başkalarını sorumlu tutmuştu: Yalanları yüzünden Howard Randall, eski patronu, para, güç ve gerçeğin bir adım ötesinde kalabilmek için sürekli olarak eğlendirmesi ve büyülemesi gereken insanlar. Yavaş yavaş müşterileri daha az güvenilir insanlardan oluşur hale gelmişti. Buna rağmen devam etmek, gerçeği görmezden gelmek ve adaleti bir şekilde dilediği gibi kullanmak istemişti. Sadece kazanmak için. Kendisine sık sık ‘bir dava daha,’ derdi. Bir dahaki sefere, gerçekten masum birisini savunup bu işi düzelteceğim.
Howard Randall’ın o dava olduğunu düşünmüştü.
Masumum, diye bağırmıştı Randall ilk görüşmelerinde. Bu öğrenciler benim her şeyim. Neden onlardan birine zarar vereyim?
Читать дальше