Scarlet kapının eşiğinden içeri adımını attı, ışığın içinden geçti ve hayatında gördüğü en büyük odaya girdi. İçeride tamamı siyahlar içerisinde, yüzleri ona dönük ve kıpırtısız bir şekilde sıralanmış duran bir vampir ordusu vardı. Scarlet bunların üzerinde bir süre dolaştı, sanki liderleriymiş gibi onlara tepeden bakıyordu.
Hepsi aynı anda avuçlarını yukarıya kaldırıp göğüslerine vurdular.
Hep birden, çok yüksek sesle, “Bir ulusun doğmasını sağladın,” dediler, sesleri duvarlardan yankılandı. “Bir ulusun doğmasını sağladın!”
Vampirler coşkulu bir şekilde haykırdı ve Scarlet bu coşkuyu memnuniyetle kabul etti, sonunda ait olduğu topluluğu bulduğunu hissediyordu.
Scarlet kırılan cam sesini duyduğunda gözlerini hemen açtı. Kendisini betonun üzerinde yüz üstü yatarken gördü, yanakları soğuk ve nemli zeminin üzerine bastırılmışı. Etrafında karıncaların dolaştığını gördü ve avuç içlerini beton zemine koydu, doğruldu ve karıncaları süpürdü.
Scarlet üşümüştü ve ağrı içerisindeydi, rahatsız bir vaziyette uyumuş olduğundan boynu ve sırtı tutulmuştu. Daha da önemlisi, kafası karışmış, kontrolünü kaybetmişti ve çevresini tanımıyordu. Küçük bir köprünün altındaydı ve şafak sökerken bu köprünün altındaki beton yokuşun üzerinde uzanıyordu. Her yer idrar ve bira kokuyordu ve Scarlet yere baktığında tüm betonun grafiti ile kaplı olduğunu, boş bira tenekelerinin, atılmış, kullanılmış iğnelerin bulunduğunu gördü. Kötü bir yerde olduğunun farkına vardı. Gözlerini kırpıştırarak etrafa bakındı; nerede olduğu veya buraya nasıl geldiği hakkında hiçbir fikri yoktu.
Daha sonra kırılan cam sesi yeniden geldi ve bunu ayak sesleri takip etti; Scarlet hemen döndü, tüm duyuları sonuna kadar açıktı.
Birkaç metre ileride eski püskü giysiler içerisinde dört tane serseri vardı, sarhoşlardı veya uyuşturucunun etkisindeymiş gibi görünüyorlardı – veya sadece olay çıkartmak için gelmişlerdi. Kirli sakallı ve kendisinden yaşlı adamlar ona bir oyuncakmış gibi, yüzlerinde çapkın bir gülümsemeyle bakıyor, çürük sarı dişleri görülüyordu. Ama Scarlet onların güçlü olduklarını anlayabiliyordu, hem uzunlardı hem de omuzları genişti ve yürüme tarzlarından - birisi bir bira şişesini köprünün altına çarpıp parçaladı ve yere attı- pek iyi niyetleri olmadığı anlaşılıyordu.
Scarlet buraya nasıl geldiğini hatırlamaya çalıştı. Burası kendi isteğiyle kesinlikle gelmeyeceği bir yerdi. Onu buraya başkası mı getirmişti? İlk düşüncesi belki de tecavüze uğramış olabileceği oldu; ama baktığında tamamen giyinik olduğunu gördü ve bunun doğru olmadığını anladı. Başından geçenleri düşündü ve bir gece öncesini hatırlamaya çalıştı.
Ama zihninde tek bulabildiği şey acı verici bir bulanıklıktı. Scarlet küçük detaylar hatırlıyordu: 9 numaralı otoyolun yanındaki bir bar… bir kavga… Ama her şey çok bulanıktı. Tüm ayrıntıları hatırlayamıyordu.
Yaklaşan serserilerden birisi “Bizim köprümüzün altında olduğunu biliyorsun, değil mi?” dedi. Scarlet telaşla elleri ve dizleri üzerinde doğuldu ve ayağa kalktı, onların karşılarına dikildi; içi titriyordu, ama korkmuş olduğunun anlaşılmasını istemiyordu.
Bir diğeri, “Buraya ücretini ödemeden kimse gelemez,” dedi.
“Üzgünüm,” dedi. “Buraya nasıl geldiğimi bilmiyorum.”
Bir başkası, derin, kısım bir sesle “Bu senin hatan,” dedi ona gülümseyerek.
Scarlet, sert görünmeye çalışsa da titreyen sesiyle, “Lütfen,” dedi ve geri adım attı, “Sorun çıkartmak istemiyorum. Burayı şimdi terk edeceğim. Üzgünüm.”
Scarlet oradan gitmek üzere döndü, kalbi çarpıyordu; tam o sırada birisinin koştuğunu duydu ve daha sonra boğazına bir kolun sarıldığını, boğazına doğru bir bıçak tuttuğunu hissetti, bira kokan iğrenç nefesi doğrudan yüzüne geliyordu.
“Hayır gitmiyorsun, tatlım,” dedi. “Daha tanışmadık bile.”
Scarlet kurtulmaya çalıştı ama adam onun için fazla güçlüydü, adam yüzünü onun yüzüne sürerken kirli sakalı Scarlet’in yanağını acıtıyordu.
Kısa bir süre sonra diğer üçü de geldi ve Scarlet başarısız bir şekilde kurtulmaya çalışırken bir çığlık attı ve adamların iğrenç ellerini karnından aşağı doğru ilerlediklerini hissetti. İçlerinden birisi kemerine kadar ulaşmıştı.
Scarlet eğilip bükülüyor, kaçmaya çalışıyordu – ama çok güçlüydüler. İçlerinden birisi eğildi, kemerini çıkartıp attı ve Scarlet kemerin betonda çıkarttığı sesi duydu.
Scarlet kıvranırken, “Lütfen beni bırakın!” diye bağırdı.
Dördüncü serseri eğildi ve Scarlet’in pantolonunu belinden yakalayıp onu çekip çıkartmaya başladı. Scarlet bir şeyler yapmazsa kısa bir süre sonra başına kötü şeyler geleceğini anladı.
İçinden bir şeyler kıpırdandı. Bunun en olduğunu bilmiyordu, ama bu onun aklını başından aldı, içinde bir enerji akıyor, ayaklarından bacaklarına, oradan da gövdesine yayılıyordu. Bu keskin bir sıcak gibiydi ve bunu omuzlarında, kollarında ve parmak uçlarına kadar her yerde hissediyordu. Yüzü kıpkırmızı oldu, tüm vücudundaki kıllar diken diken oldu ve içinde bir ateşin yandığını hissetti. İçinde ne olduğunu anlayamadığı bir güç hissetti, kendisini bütün bu adamlardan, hatta tüm evrenden daha güçlü hissetti.
Daha sonra bir şey daha hissetti: İlkel bir öfke. Bu yeni bir duyguydu. Artık kaçma arzusu duymuyor-bunun yerine burada kalıp bu adamlara yaptıklarını ödetmek istiyordu. Onları paramparça etmek istiyordu.
Ve sonunda bir şey daha hissetti: Açlık. Beslenmeye ihtiyaç duymasına neden olacak derin, dayanılmaz bir açlık.
Scarlet kendisini geriye doğru verdi ve hırladı, bu ses kendisini bile korkutmuştu; geriye doğru eğilip pantolonuna asılan adamı tekmelerken ağzının iki yanındaki kesici dişler uzamıştı. Tekme o kadar güçlüydü ki, adam havada on metre kadar uçtu ve beton duvara çarpıp durdu. Yere düştüğünde bilinçsizdi.
Diğerleri onu bırakıp geri çekildiler, ağızları şaşkınlık ve korkudan ağzına kadar açılmış, gözlerini Scarlet’e dikmişlerdi. Çok büyük bir hata yaptıklarını anlamış gibi görünüyorlardı.
Onlar herhangi bir şey yapamadan Scarlet etrafında döndü ve onu tutan adama bir dirsek attı, çenesine öyle sert bir darbe indirdi ki, adam kendi etrafında iki kere dönüp bilinçsiz bir şekilde yere yığıldı.
Scarlet hırlayarak döndü ve avının peşindeki bir canavar gibi diğer ikisinin karşısına dikildi. İki serseri gözleri korkuyla ardına kadar açılmış bir şekilde orada kalakaldı ve Scarlet bir ses duyup da baktığında bunlardan birisinin altına işediğini gördü.
Scarlet eğildi, yerden kemeri aldı ve ileri doğru rastgele yürüdü.
Adamlar korlu içerisinde düşe kalka geriye gittiler.
Adam, “Hayır!” diye bağırdı. “Lütfen! Bizi yanlış anladın!”
Scarlet ileri atıldı ve kemeri adamın boğazının etrafına doladı. Daha sonra onu tek eliyle kaldırdı, ayaklarını yerden kesti; adam zorlukla nefes alıyor, kemeri tutuyordu. Scarlet sonunda hareket etmeyi kesinceye kadar onu baş hizasından yukarıda o şekilde tuttu; ölmüştü.
Scarlet dönüp ağlayan ve kaçamayacak kadar korkan son serserinin karşısına çıktı. Dişleri uzamıştı, Scarlet ileriye doğru birkaç adım atıp dişlerini adamın boğazına geçirdi. Adam Scarlet’in kollarında titredi ve daha sonra kan deryası içerisinde hareketsiz kaldı.
Читать дальше