Bu ot, güzel kokusu için bazen mihnete de uğrar, insanlar, onu parmaklarının arasında örseler, hırpalarlar. Feride, seni bu ıstıraptan derinleşmiş gözlerin, mahzun düşüncelerden yorulmuş güzel yüzünle ben, bu hırpalandıkça kokusu artan çiçeklere benzetiyorum. Beni anlıyorsun, değil mi? Çünkü artık, gözlerin gülmüyor, benim bu manasız gibi görünen sözlerimle eğlenmiyorsun.
Feride, uyumaya hazırlanan bir çocuk gibi, kirpiklerinde yaş damlaları titreyen gözlerini kapıyordu. Bu heyecanlı yor-gunluklardan öyle bitap düşmüştü ki, dizleri kesiliyor, vücudunun bütün ağırlığını Kâmran'ın kollarına bırakıyordu. Bir rüya içinde, hemen hemen yalnız dudaklarının hareketiyle:
- Görüyorsun artık, Çalıkuşu müebbeden öldü, dedi. Genç adam, başını daha ziyade yaklaştırdı, aynı hafif ses:
- Ziyanı yok, ben Çahkuşu'nun bütün aşkını bir başkasına, Gülbeşeker'e verdim, dedi.
Kâmran, kollarında gittikçe ağırlaşan bu bitap genç vücudun birdenbire canlandığını, bir hayal titreyişiyle kıvrandığını hissetti:
- Kâmran, onu söyleme, yalvarırım sana.
Hâlâ Kâmran'ın göğsünde duran başını biraz arkaya atmış, yüzünü ona çevirmişti. Kesik, donuk nefesleriyle titreyen gerdanının damarları moranyor, yüzünde, gözlerinde, kızıltılar uçuyordu.
Kâmran, haris bir inatla tekrar etti:
Feride, bütün vücudu titreyerek ayaklarının ucunda yükseldi, genç adamı omuzlarından çekti. Vücudunun bütün kanı dudaklarında toplanmış boynunu uzattı.
Bir dakika sonra ayrılmışlardı. Feride, uzun bir susuzluktan sonra berrak bir dereden kana kana su içen bir kuş gibi canlanıyor, ayağını yere vurup yüzünü göstermemek için bir yandan bir yana çevirerek:
- Ne ayıp, Yarabbi, ne ayıp! Sen sebep oldun vallahi, sen sebep oldun, diye hırçınlaşıyordu.
Yanlarındaki ağacın dalında bir çalıkuşu ötüyordu.
-SON-
- A -
ab u hava: Su ve hava, iklim.
âbide: ibadete düşkün kadın.
âcizane: Söz söyleyen bir kimsenin kendi yaptıklarını abartmamak için kullandığı bir nezaket sözü.
addetmek: Saymak (Bunu olmamış addetmeli).
âdeta: Sanki, hemen hemen.
ah ü zara kapılmak: Âh çekip inlemek.
ahenk: Uyum.
âhir: Son.
âhiret: (Ahret) Dinî inanışa göre, insanın öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacağı ve Tanrı'ya hesap vereceği yer. Öbür dünya.
ahz: Alma.
âkile: Akıllı kadın.
aksiyon: Eylem, hareket.
âlâ kader il istitaata: Gücün yettiğince.
âlâ: iyi, pek iyi.
alâka: İlgi.
alâmet: Belirti, işaret.
alarga gitmek: Açıktan gitmek.
alelade: Olağan, sıradan.
âlem: Dünya.
âli: Yüksek, yüce.
alil: Hasta, sakat.
alimallah: Allah bilir.
ameliye: işlem.
ar: Utanma.
arif: Çok anlayışlı, bilgili ve sezgili kimse.
arifane: rif olana yakışır biçimde.
arife: Bilgili.
arız olmak: Sonradan ortaya çıkmak.
azil: Görevden alma.
azim: Bir işteki engelleri yenme kararlılığı.
azletmek: Görevden almak.
-B-
babayani: Gösterişi ve özen-. tisi olmayan, babacan tavırlı.
bahtiyar: Talihli, mutlu, mesut.
bahusus: Hele, en çok.
bakiye: Artan, geri kalan.
battal: Alışılmış olandan büyük.
bedbaht: Mutsuz, talihsiz.
bedbin: Kötümser, karamsar.
behemahal: Mutlaka.
belertmek: Gözlerini, akı çok görünecek bir biçimde açmak.
beyhude: Boşuna.
beyit: Anlam bakımından birbirine bağlı iki dizeden oluşmuş şiir parçası.
Bibliotheque Rose: (Fr.) Pembe kitaplık. Metnide "çocuk kitapları" anlamında kullanılmış.
biçare: Çaresiz, zavallı kimse.
bilâkis: Tersine, aksine.
billahi: Tanrı'ya ant içerim.
binaenaleyh: Bundan dolayı.
bitap: Bitkin, yorgun.
bonjur: (Fr.) Günaydın. Merhaba anlamına da kullanılır.
bonmarşe: içinde her türlü giysi, süs eşyası, oyuncak vb. satılan büyük mağaza.
buse: Öpücük.
- C -
caiz: Uygun.
cariye: Efendisinin her istediğini yapmak zorunda bulunan, alınıp satılan kadın veya kız.
cariye: Para ile alınıp satılan, savaşta esir olmuş veya odalık diye alınmış kız.
cazibe: Çekicilik, alımlılık.
cedide: Yeni.
cefa: Büyük sıkıntı, eziyet.
celbetmek: Çekmek.
celile: Büyük, ulu.
celpname: Mahkeme tarafından, dava edene, edilene veya tanıklara gönderilen çağrı belgesi.
cerr: Medresede okuyanların üç aylarda köy köy dolaşarak imamlık, vaizlik işleri için para toplamaları.
cesamet: Büyüklük, irilik.
ceza reisi: Ağır ceza mahkemesi başkanı.
cihet: Yön.
-Ç-
çapul: Yağma, talan.
çare-i tesviye: Çözüm önerisi.
çehre: Yüz, sima.
çiy: Havada buğu durumundayken akşamın ve gecenin serinliğiyle yerde veya bitkilerde toplanan küçük su damlaları.
çuha: Tüysüz, ince dokunmuş yün kumaş.
-D-
dandy: (İng.) (Metinde) Züppe, çıtkırıldım.
darbımesel: Atasözü.
darülmuallimat: Kız öğretmen okulu.
debdebe: Şatafat, gösteriş.
delalet: Aracılık.
delişmen: Şımarık ve delice tavırlı, zıpır.
destlerinden busetmek: Ellerinden öpmek.
devain Daireler.
dezanşante: (Fr. Desenchan-te) Hayal kırıklığına uğramış.
diba: Altın ve gümüş işlemeli bir tür ipek kumaş.
diksiyonen Sözlük.
duhul olmak: İçeri girmek.
dülger: Yapıların kaba ağaç işlerini yapan kimse.
düzgün: (Metinde) Kadınların yüzlerine sürdükleri bir tür krem, fondöten.
-E-
ebedî: Sonsuz, ölümsüz. ecir: Ücret.
eda: (Metinde) Davranış, tavır.
edibe: Edepli, terbiyeli. efkâr. Tasa, kaygı.
ehemmiyet: Önem.
ekseriya: Çoğunlukla.
elâlem: Yabancılar.
elan: Şimdi, henüz, daha. -
elem: Üzüntü, dert, keder.
elhamdülillah: Allah'a şükür.
elzem: Çok gerekli, vazgeçilmez.
emniyet: Güven.
emrihazın Emir kipi.
encümen: Komisyon, komite.
endam: Vücut, beden, boy pos.
erganun: org.
erkânıharp: Kurmay subay.
ervah: Ruhlar.
esasen: Aslında.
esatir Mitoloji. Tarih öncesi dönemden bugüne gelen efsaneleri inceleyen ilim.
esef buyurmak: Üzülmek.
esef: Acıma, yerinme.
eskaza: Yanlışlıkla, kaza ile.
esrar. Gizler, sırlar.
evrak: Yazılmış kâğıtlar, mektuplar, kitaplar vs.
-F-
fadıla: Erdem sahibi, üstün.
fantezisi: (Metinde) Süslü ve hayalci. Ortamın gerçekliğine uymayan.
faraza: Sözgelişi.
fasıla: Ara.
felekiyat: (Felekiyyat) Astronomi.
fen: Fizik, kimya, matematik ve biyolojiye verilen ad.
fenlenmek: Yaşına göre bilmemesi gereken şeyleri öğrenmiş olmak.
ferace: Kadınların sokakta giydikleri, mantoya benzer, arkası bol, yakasız, çoğu kez eteklere kadar uzayan üst giysisi.
feragat: Vazgeçme.
ferah: Gönül şenlendiren, iç rahatlığı veren.
ferahfaza: Ferah artırıcı.
ferda: Gelecek zaman, yarın.
fevkalâdelik: Olağanüstülük.
fitnelik: Karıştırma, ara bozma.
fıtri: Yaradılıştan olan.
flört: Kadınla erkek arasındaki yakın ilişki.
fondan: İçinde likör, tatlı veya hoş kokulu maddeler bulunan, ağızda kolayca eriyen bir tür şekerleme.
fütursuzca: Önemsemeyerek, aldırmayarak.
-G-
gaflet: Dalgınlık, dikkatsizlik, aymazlık.
gaile: Sıkıntı, dert. gam: Tasa, kaygı, üzüntü. ganaim: Ganimetler, düşmandan alınan şeyler. garez: Kin, düşmanlık. garp: Batı.
Читать дальше