“Kapa çeneni,” diye fısıldadı Brandon ona dönüp. “Bir kelime daha edersen herkese hayvan saldırdığında altına kaçırdığını anlatırım.”
“Ben öyle bir şey yapmadım!” diye itiraz etti Aidan.
“Sana inanırlar mı dersin?” diye ekledi Braxton.
Brandon ve Braxton gülerlerken, Aidan, sanki ne yapması gerektiğini sorarcasına Kyra’ya baktı.
Kız kafasını salladı.
“Boşa çaba sarf etme,” dedi kardeşine. “Gerçek her zaman ortaya çıkar.”
Köprüyü geçerlerken kalabalık güruhu iyice artmıştı; nihayetinde ise kalabalıkla omuz omuza hendeği geçmişlerdi. Kyra alacakaranlık çöktükçe, köprünün başında ve sonunda meşaleler yanarken ve kar hızını artırırken havadaki heyecanın arttığını hissedebiliyordu. İleri baktığında kalbi hızlandı; babasının bir düzine askeri tarafından sürekli korunan, devasa, kemerli taş geçidi görmüştü. Kapının üzerinde, şimdi kaldırılmış durumda olan, demir kapı vardı. Sivriltilmiş uçları ve kalın parmaklıkları herhangi bir düşmanı dışarıda tutmaya yetecek kadar güçlüydü ve bir boru sesiyle derhal indirilmeye hazır bekliyordu. Geçit neredeyse on metre yüksekliğindeydi ve üzerinde tüm hisarı kaplayan geniş bir platform vardı. Güçlendirilmiş gözetleme yerleri bulunan geniş taş siperler her zaman tetikte kalınmasını sağlıyordu. Volis iyi bir kaleydi ve Kyra burada bulunmaktan her zaman gurur duyardı. Ona daha fazla gurur veren şey ise kalede yaşayan savaşçılardı: Babasının adamları, Escalon’un en iyi savaşçıları, kralın teslim oluşuyla dağıldıktan sonra, babasına mıknatısla çekiliyormuşçasına, yavaş yavaş Volis’te tekrar toplanıyordu. Birçok sefer babasına krallığını ilan etmesi için baskı yapmıştı, ki bütün halkı da bunu istiyordu; fakat babası belli belirsiz kafasını sallıyor ve bunun kendisinin yöntemi olmadığını belirtiyordu.
Geçide yaklaştıklarında babasının bir düzine kadar adamı atlarıyla dışarı çıktılar. Onlar, kalenin dışındaki, alçak, taş duvarlarla çevrili, geniş, dairesel toprak set olan eğitim alanına doğru at sürerken kalabalıklar da onlara yol açıyordu. Kyra dönüp gidişlerini izledi Kalp atışları hızlanmıştı. Eğitim alanı en sevdiği yerdi. Oraya gidip saatlerce çalışmalarını izleyebilirdi. Yaptıkları her hareketi, atlarını sürüş şekillerini, kılıçlarını çekişlerini, mızraklarını savuruşlarını, gürzlerini sallayışlarını dikkatle incelerdi. Bu adamlar, yaklaşan karanlığa ve yağan kara rağmen, hatta festival arifesinde çalışmaya çıkmışlardı. Çünkü kendilerini daha iyi hale getirmek için eğitim yapmak istemişlerdi. Çünkü içeride oturup ziyafet çekeceklerine savaş alanında olmayı tercih ederlerdi, tıpkı kendisi gibi. Bunların gerçek halkı olduğunu hissediyordu.
Kyra erkek kardeşleriyle geçide yaklaştığında babasının bir grup adamı daha dışarı çıktı. Bunlar yayandı ve Brandon ve Braxton yabandomuzuyla yaklaşırken kitleler halinde onlara yer açıyorlardı. Hayranlıkla ıslık çaldılar ve etraflarında toplandılar: Bu adamlar iri, kaslı, hiç de kısa olmayan ağabeylerinden de otuz santim daha uzun olan, birçoğu sakallı, bazılarının sakallarına aklar düşmüş, otuz ve kırk yaş civarında, sert adamlardı. Birçok savaş görmüşler, eski krala hizmet etmişler ve krallarının teslim oluş rezilliği yüzünden çok sıkıntı yaşamışlardı. Kendi istekleriyle teslim olmamışlardı. Bu adamlar her şeyi görmüş ve çok fazla etkilenmemiş gibi görünen adamlardı ama yabandomuzu ilgilerini çekmiş gibiydi.
“Onu kendiniz öldürdünüz, öyle mi?” diye sordu içlerinden biri Brandon’a; yaklaşmıştı ve hayvanı inceliyordu.
Kalabalık arttı ve sonunda Brandon ve Braxton durdu. Bu muhteşem adamların övgü ve beğenilerini alıyorlar; ne kadar zor nefes aldıklarını belli etmemeye çalışıyorlardı.
“Biz öldürdük!” dedi Braxton gururla.
“Bir Kara Boynuzlu,” diye bağırdı bir başka savaşçı, yakına gelmişti ve elini hayvanın üzerinde gezdiriyordu. “Gençliğimden beri bunlardan birini görmemiştim. Bir keresinde birinin öldürülmesine yardım etmiştim ama o zaman bir grup adamdık ve iki tanesi parmaklarını kaybetmişti.”
“Görüyorsunuz ya, biz bir şey kaybetmedik,” dedi Braxton kabaca. “Sadece bir mızrak ucu.”
Kyra adamların gülüşü ve avı takdir edişleri karşısında açıkça öfkeden yanıyordu. Bu sırada bir başka savaşçı, liderleri Anvin, yaklaşıp hayvanın cesedini yakından inceledi. Diğer adamlar ona yer açmışlardı, ona karşı çok büyük bir saygıları vardı.
Babasının komutanı Anvin Kyra’nın diğer adamlar arasında gözdesiydi. Yalnızca babasına karşı sorumluydu ve tüm bu iyi savaşçılara başkanlık ediyordu. Anvin kendisi için ikinci bir baba gibiydi ve onu kendini bildiği günden beri tanıyordu. Onun da kendisini sevdiğini biliyordu. Ona göz kulak oluyor ve hepsinden önemlisi, ona zaman ayırıyor ve diğer adamlar onunla ilgilenmezken Anvin ona idman teknikleri gösteriyor ve silah kullanmayı öğretiyordu. Hatta birçok kez eğitimlere katılmasına izin vermişti ve kız her seferinde de büyük keyif almıştı. Adamlar arasındaki en sertiydi ama aynı zamanda da sevdiklerine karşı en yumuşak kalplisiydi. Fakat sevmediklerine karşı ise Kyra onlar adına korku duyardı.
Anvin’in yalana karşı neredeyse hiç tahammülü yoktu. Olaylar ne kadar kötü olursa olsun her durumda gerçekleri bilmek isteyen bir yapısı vardı. Çok titiz gözleri vardı ve yabandomuzuna yaklaşıp iki ok yarasını incelerken Kyra da onu dikkatle izledi. Detayları gören bir göze sahipti ve eğer biri gerçeği fark edecekse bu da kendisiydi.
Anvin iki yarayı inceledi, iki küçük ok başı saplandığı yerde duruyor, okların, ağabeyleri tarafından kırılmış olan uçları kendini belli ediyordu. Okları uçlarına çok yakın bir noktadan kırmışlardı. Dolayısıyla bunu herhangi biri fark edemezdi. Fakat Anvin herhangi biri değildi.
Kyra Anvin’in yaraları inceleyişini izledi, gözlerini kısışını gördü ve gerçeği anladığını fark etti. Eğildi, eldivenini çıkarttı, elini gözün içine uzattı ve ok başlarından birini çıkarttı. Kanlı ucu havaya kaldırdı ve yüzünde şüpheci bir bakışla yavaşça oğlanlara döndü.
“Bir mızrak ucu muydu?” diye sordu onaylamaz bir tonla.
Brandon ve Braxton ilk kez endişeli bir hal alırken grupta gergin bir sessizlik oluştu. Yer değiştirdiler.
Anvin Kyra’ya döndü.
“Yoksa bir ok başı mıydı?” diye ekledi. Kyra adamın aklındaki çarkların dönüşünü ve kendi sonuçlarına varmak üzere olduğunu görebiliyordu.
Anvin Kyra’ya doğru yürüdü ve sadağından bir ok çekip elindeki ok başıyla yan yana tutu. Herkesin görebileceği gibi mükemmel bir benzerlik vardı. O zaman Kyra’ya gururlu ve anlamlı bir bakış attı ve tüm gözler Kyra’ya çevrildi..
“Senin atışındı, değil mi?” diye sordu. Bu sorudan çok bir hüküm gibiydi.
Kız onayladı.
“Öyleydi,” diye yanıtladı kısaca. Anvin’i, kendisine hak ettiği saygınlığı verdiği için seviyordu ve sonunda hakkının korunduğunu hissediyordu.
“Ve bu hayvanı öldüren atıştı,” diye cümlesini bitirdi Anvin. Bu bir gözlemdi, soru değil ve sesi yabandomuzunu inceledikten sonra, sert ve netti.
“Bu ikisinden başka yara göremiyorum,” diye ekledi. Elini hayvanın üzerinde gezdiriyordu. Kulağına gelince durdu. Kulağı dikkatlice inceledikten sonra Brandon ve Braxton’a hor görerek baktı. “Tabii buradaki mızrak ucu sıyrığını yaradan saymıyorsanız!”
Читать дальше